Her düşünce, her din, her ideoloji, her kültürel veya ekonomik sistem “fikir” ve “pratik” olmak üzere iki boyutlu. İman fikrî yönü; fıkıh, amel, pratik cepheyi temsil eder. Ancak amelin/eylemin itici gücü (enerjisi) inançtır/imandır.
Vücudumuzu/organlarımızı sinir sistemimiz, onu da ruhumuz yönetir. Ruhumuzu duygularımız, duygularımızı düşüncelerimiz, düşüncelerimizi de inançlarımız/imanımız... Nasıl inanıyorsak öyle düşünürüz, nasıl düşünürsek kendimizi öyle programlarız...
Eğer bir dinde, bir sistemde, bir doktrinde iman, inanç boyutu yoksa veya ihmal edilirse, pratik hayata yansıması yoktur veya etkisizdir.
Müslümanların ilmî, ekonomik ve teknolojik gelişme sağlaması da iman gücü nispetindedir. Zira;
* İman, doğru düşünme biçimidir. Doğru algılar ve isabetli düşünürsek, bilgi üretimini de arttırırız. Cehalet yok olursa beynimiz değişir ve gelişir. Beynimiz değişirse duygularımız değişir, genişler. Duygularımız mecrâsını bulursa hareket kabiliyetimiz artar. Hareket harareti, yani enerjiyi getirir. Enerji eşittir verimli iş, artı üretim, çarpı başarı; bu da, maddî manevî ilerleme, yükselme, gelişme demektir.
• İman hem nurdur, hem kuvvettir/enerjidir. Hakikî imanı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir.1
• İman, bütün mükemmelliklerin madeni ve esası/temelidir.2
• İman marifetullah, Allah’ı bilmeye en geniş ve ışıklı fen; bütün gerçek ilimlerin esası, madeni, ruhu;3 ve mükemmelliklerin Kâbe’sidir.4
Allah’a, kitaplara (Kur’ân’a), peygamberlere iman, teknolojinin en son sınırını çizerek yol gösteren mû'cizelerden ilham alarak ilmî ve teknolojik çalışmalara sevk eder.
Ekonominin itici gücü de temelde imandır. Zira Kur’ân’a ve getirdiklerine iman, daima olumlu davranmayı, üretmeyi, yardımlaşmayı ve paylaşmayı gerektirir.
Tevhid, Allah’ın varlığı ve birliğine imanı gerektirir. Bu da tevekkülü ve kanaati. Tevekkül ise, çalışmayı yaptıktan, sebeplere müracaat ettikten sonra sonucu O’ndan beklemektir.
Kanaat ise, çalıştıktan sonra kısmetine, kazandığına memnun olmaktır. Ve çalışmaya devam etmektir. Allah, gerçekten tevekkül edenleri ve çalışanları sever.
Kur’ân, peygamberlerin kıssalarını ve hayatlarını örneklendirerek verir. Her birisi bir teknik ve toknojik keşfin başlatıcısıdır.
Gerçek imanı elde eden, kâinatın sahibinin sonsuz isim ve sıfatları bulunduğunu, her yerde hâzır ve nâzır olduğunu bilir. Meleklerin, İlâhî kameramanlar gibi her söz, fiil ve hareketleri kaydettiklerine inanır. Kitaplara, peygamberlere iman eder, onların getirdiği mesajlara gönlünü açar. Öldükten sonra dirileceğini idrak eder...
İlâhî plan ve program olan kadere iman ise, planlı programlı bir hayat sürmemizi sağlar. Ahirete iman, “haksızlık, zulüm, sefahet” gibi olumsuzluklardan uzaklaşıp, “adalet, merhamet, yardımlaşma, dayanışma, ibadet, zikir” gibi olumlu faaliyetler içine girmemiz demektir.
Böylece olumsuz fiil, söz ve hareketlerden kaçınır, tefekküre, ilme, ibadete, çalışmaya, nezaket ve nezahete yöneliriz. Bu da, hayatta istikamet, düzen, dayanışma ve yardımlaşmayı netice verir. Önce Yaratıcı, sonra diğer varlıklar ve iman esasları temsilcileriyle muhteşem bir bağ ve iletişim kurar. Bu, müthiş bir enerji aktarımıdır...
İman, aynı zamanda zekâtı ihyayı ve faizden kaçınmayı icap ettirir. İmanı güçlü olan, ekonominin itici gücü olan zekâtı verir, miskinlik ve sömürü vasıtası olan faize bulaşmaz. Bu da, ülkenin kalkınması, iş sahalarının açılması, insanların iş bulması ve alınlarının akıyla çalışarak üretime katılmaları demektir.
Tahkikî iman elde edildiğinde, hayatın her katmanında, her safhasında, her söz ve davranışta tezahür eden ve maddî mânevî her noktada yükselten bir sır olur.
Dipnotlar: 1- Sözler, s. 284. 2- Şuâlar, s. 111. 3- Sözler, s. 383, 294. 4- Muhakemat, s. 120.
07.01.2009
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|