Bir hadis-i şerifte buyurulur ki: “Cenâb-ı Hak bir kulun ecelini bir yerde takdir etmişse, orada onun için bir ihtiyaç çıkarır, onu oraya sevk eder.”1 Hz. Hüseyin (ra), Kûfelilerin ısrarlı dâvetleri üzerine Yezid’in zulmüne son vermek, yerine İslâmın getirdiği hürriyeti ikame etmek maksadıyla yola çıkmıştı.
Ne var ki onu olumsuzluklar beklemekteydi. Aslında o “Kader gelince gören göz görmez olur”2 gerçeği gereğince yüce bir maksat için şehadet gibi yüksek bir makama doğru yürüyordu.
Hz. Hüseyin (ra), on sekiz bin kişinin kendisine biât ettiği ve yüz bin kişinin de beklemekte olduğu haberi üzerine Kûfe’ye doğru yola çıktığında eceline doğru koştuğunu nerden bilebilirdi? Onun adına biatı alan amcasıoğlu Müslim bin Akil acele gelmesini istemiş, Hz. Hüseyin de yakınlarını alıp yola çıkmıştı.
Ne var ki Kûfeliler Müslim bin Akil’e sahip çıkmadıkları gibi, Hz. Hüseyin’i de yüz üstü bırakacaklardı. Yolda karşılaştığı ünlü şâir Ferezdak da, ona veciz bir şekilde Irak halkını “Onların kalbleri seninledir. Kılıçları ise, üzerine çevrilmiştir. Kalbler seninledir. Ama kılıçlar Ümeyye Oğullarıyladır” cümleleriyle anlatmıştı.
Müslim bin Akil Kûfelilerin yaptıklarını, şehit edilmeden önce bir mektupla Hz. Hüseyin’e (ra) bildirdi. Haberi duyan Hz. Hüseyin’in (ra) yanındaki Akil’in kardeşleri, “Kardeşimiz Müslim’den sonra bize yaşamak gerekmez. Geri dönmemiz mümkün değil, bize ancak ölüm yakışır” demişlerdi. Hz. Hüseyin (ra) ise “Bunlar da öldükten sonra yaşamakta hayır yoktur” demekten kendini alamayacaktı.
Kayz mevkiine geldiklerinde ise Kûfe valisi İbni Ziyad’ın gönderdiği yüz kişilik süvariyle karşılaştılar ve İbni Ziyad’a götürmek istediklerini, geri dönmelerine de müsaade etmeyeceklerini söylediler. Çarpışmaktan başka yol kalmamıştı onlar için artık. Ve nihayet tasalı, mihnetli, belâlı yer anlamına gelen Kerbelâ’ya geliyorlar ve orada mukadder, yürekleri, vicdanları sızlatan acı son gerçekleşiyor.
“Eğer denilse bu kadar haklı ve hakikatli olduğu halde, neden muvaffak olmadı. Hem neden kader-i İlâhî ve rahmet-i İlâhiye fecî bir akibete uğramasına müsaade etmiş?” şeklinde akla gelebilen bir soruya Bediüzzaman Hazretleri, Hz. Hüseyin’in yakın taraftarlarının değil de cemaatine katılan sâir milletlerin, yaralanmış millî gururları sebebiyle Arap milletine karşı bir intikam fikri taşıdıklarını, bunun da Hz. Hüseyin ve taraftarlarının safî ve parlak mesleklerine halel verip, mağlûbiyetlerine sebep olduklarını söylüyor. Hikmetini de şöyle açıklıyor:
“Hasan ve Hüseyin ve onların hanedanları ve nesilleri mânevî bir saltanata namzet idiler. Dünya saltanatı ile mânevî saltanatın cem’i [toplanması] gayet müşküldür. Onun için onları dünyadan küstürdü. Dünyanın çirkin yüzünü gösterdi—tâ, kalben dünyaya karşı alâkaları kalmasın. Onların elleri muvakkat [geçici] ve sûrî bir saltanattan çekildi; fakat parlak ve daimî bir saltanat-ı maneviyeye tayin edildiler. Âdi valiler yerine evliya aktaplarına mercî oldular.”3
Dipnotlar:
1- Câmiü’s-Sağîr, 1:232.
2- Fethu’l-Kebir, 3:37.
3- Mektûbât, s. 58-59.
09.01.2009
E-Posta:
[email protected]
|