Efendimizin (asm) “Hasan ve Hüseyin, Cennet gençlerinin efendileridir,”1 başka bir defa da Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i kastederek, “Ben bunlarla barış içinde olanlarla barış içinde olurum. Çarpışanlarla da çarpışırım”2 buyururlar.
Allah Resûlünün (asm) bu kadar değer verdiği sevgili torunları Hz. Hasan ne acıdır ki zehirlenecek, Hz. Hüseyin de katliâmla şehit edilecek, dünya saltanatı yerine ahiret saltanatını elde edeceklerdi.
Hz. Muaviye vefat ettiğinde Yezid’in başa gelmemesini isteyen Kufeliler Hz. Hüseyin’e haber göndermiş, Kûfe’ye geldiği takdirde kendisine biat edeceklerini, yüz bin kişi toplayacaklarını, ondan başkasının imamlığına rıza gösteremeyeceklerini, yolunda öleceklerini belirtmiş, peşpeşe yazdıkları mektuplarla acele gelmesini istemişlerdi.
Ortada bir istibdat vardı. Münazarat’ta belirtildiği gibi, İslâm, istibdadı ortadan kaldırmak, yeryüzünü bu kirden temizlemek, insanlığın yüzünü ağartmak, bu kara lekeyi yüzünden silmek için gelmiş ve silmişti de. Ne yazık ki zamanla hilâfet saltanata dönüşmüş, istibdat bir parça hayat bulmuş, Yezid zamanında bir derece kuvvet bularak başını kaldırmıştı. İmam Hüseyin Hazretleri de hürriyet-i şer’iye kılıncını çekip, istibdadın başına havale etmek istemişti. Ne var ki, istibdadın kuvveti olan cehalet ve vahşet, havuzda suların birikmesi gibi dört bir yanda birikerek Yezid’in istibdadına kuvvet vermişti.3
Hz. Hüseyin Emevîlerin dayandığı istibdadı netice veren, haksızlığa sebep olan menfi milliyetçiliğe karşı din kardeşliğini esas almaktaydı. Asr-ı Saadetteki hürriyet-i şer’iyeyi gerçekleştirmek gibi güzel bir maksat için yola çıkacaktı.
Hz. Hüseyin durumu araştırması için amcasıoğlu Müslim bin Akil’i Kufe’ye göndermiş, ilk etapta on sekiz bin kişi biat edince, Hz. Hüseyin’e haber gönderip gelmesini istemişti.
Hz. Hüseyin Sahabîlerle istişare etti. Sahabenin çoğu Kufe’ye gitmemesini istediler. Meselâ Ebû Said-i Hudrî bu maksatla Hz. Ali’den Irakla ilgili işittiklerini bile hatırlatmıştı. Hz. Ali demiş ki: “Vallahi, ben onlara küstüm. Onlar da bana küstüler. Ben onlara kızdım. Onlar da bana kızdılar. Ben onlardan bir hayır ve vefa görmedim. Onlar ne sebat, ne azim gösterir, ne de kılıca dayanıp göğüs gerebilirler.”
Abdullah bin Abbas da Iraklıların öldürebileceklerini söylüyor, o ise Iraklılardan gelen bir tomar mektubu hatırlatıp Yezid’in istibdadına mutlaka karşı çıkılmasını istiyor, “Başka çare yok. Ben Kufe’ye gitmeye karar verdim, hazırlandım da. Şöyle bir yerde, şöyle bir şekilde öldüreleceğimi bildiğim için de Mekke hareminden çıkmak bana daha sevimli geliyor” diyordu.
Bakalım şartlar neyi getirecekti? Bunun üzerinde de bir sonraki makelemizde duralım.
Dipnotlar: 1- Müsned, 4:172; İbni Mâce, Sünen: 1:51., 2- İbni Mace, Sünen: 1:52., 3- Münazarat, s. 37.
08.01.2009
E-Posta:
[email protected]
|