İslâmiyet zemin yüzünü pisliklerden temizleyecek İnşaallah
—(Dünden devam)—
edim: “Devletler, milletler muharebesi, tabakat-ı beşer muharebesine terk-i mevkî ediyor. Zira beşer esir olmak istemediği gibi, ecîr olmak da istemez. Galip olsaydık, hasmımız ve düşmanımız elindeki cereyan-ı müstebidaneye, belki daha şedîdâne kapılacak idik. Halbuki o cereyan hem zalimâne, hem tabiat-ı âlem-i İslâma münâfi, hem ehl-i imânın ekseriyet-i mutlakasının menfaatine mübayin, hem ömrü kısa, parçalanmaya namzettir. Eğer ona yapışsaydık, âlem-i İslâmı fıtratına, tabiatına muhalif bir yola sürükleyecektik.
“Şu medeniyet-i habise ki, biz ondan yalnız zarar gördük. Ve nazar-ı şeriatta merdud ve seyyiâtı hasenatına galebe ettiğinden, maslahat-ı beşer fetvâsıyla mensuh ve intibah-ı beşerle mahkûm-u inkıraz, sefih, mütemerrid, gaddar, mânen vahşî bir medeniyetin himayesini Asya’da deruhte edecektik.”
Meclisten biri dedi: “Neden şeriat şu medeniyeti* reddeder?”
Dedim: “Çünkü, beş menfî esas üzerine teessüs etmiştir. Nokta-i istinadı kuvvettir. O ise, şe’ni tecavüzdür. Hedef-i kastı menfaattır. O ise, şe’ni tezahumdur. Hayatta düsturu, cidaldir. O ise, şe’ni tenazudur. Kitleler mabeynindeki rabıtası, âhari yutmakla beslenen unsuriyet ve menfî milliyettir. O ise, şe’ni böyle müthiş tesadümdür. Cazibedar hizmeti, hevâ ve hevesi teşcî ve arzularını tatmin ve metalibini teshildir. O hevâ ise, şe’ni insaniyeti derece-i melekiyeden, dereke-i kelbiyete indirmektir. İnsanın mesh-i mânevîsine sebep olmaktır. Bu medenîlerden çoğu, eğer içi dışına çevrilse, kurt, ayı, yılan, hınzır, maymun postu görülecek gibi hayale gelir.”
* Bizim murâdımız, medeniyetin mehâsini ve beşere menfaati bulunan iyiliklerdir. Yoksa, medeniyetin günahları, seyyiatları değil ki, ahmaklar o seyyiatları, o sefahetleri mehasin zannedip taklit edip, malımızı harap ettiler. Medeniyetin günahları, iyiliklerine galebe edip, seyyiâtı hasenatına racih gelmekle, beşer iki Harb-i Umumi ile iki dehşetli tokat yeyip, o günahkâr medeniyeti zîr ü zeber edip öyle bir kustu ki, yeryüzünü kanla bulaştırdı. İnşaallah, istikbaldeki İslâmiyetin kuvvetiyle, medeniyetin mehasini galebe edecek, zemin yüzünü pisliklerden temizleyecek, sulh-u umumîyi de temin edecek. (Müellif-i muhteremi sonradan ilâve etmiştir.)
Sünûhat, s. 57-59, (yeni tanzim, s. 138)
Lügatçe:
muharebe: Savaş.
tabakat-ı beşer: İnsan tabakaları, sosyal tabakalar.
terk-i mevkî: Yerini terk etmek.
ecîr: Ücretle çalışan, ücretli, işçi.
cereyan-ı müstebidane: Müstebitçe haraket, zorla yapılan hareket.
şedîdâne: Şiddetle.
tabiat-ı âlem-i İslâm: İslâm âleminin yapısı.
münâfi: Zıt, ters, aykırı.
ekseriyet-i mutlaka: Kesin çoğunluk.
mübayin: Başka türlü, ayrı.
fıtrat: Yaratılış.
medeniyet-i habise: Pis, çirkin, kötü medeniyet.
nazar-ı şeriat: Şeriata göre, şeriatta.
merdud: Reddolunmuş, kovulmuş.
seyyiât: Seyyieler, fenalıklar, kötülükler.
hasenat: Güzellikler, iyilikler.
maslahat-ı beşer: İnsanın faydasına olan işler, şeyler.
mensuh: Hükmü kaldırılmış, nesholunmuş.
intibah-ı beşer: İnsanlığın uyanışı.
mahkûm-u inkıraz: Sönmeye mahkûm.
sefih: Süse, gösterişe, zevk ve eğlenceye aşırı düşkün olan.
mütemerrid: İnatçı.
deruhte: Üstüne alma, yüklenme.
mehâsin: Güzellikler, hüsünler, iyilikler.
sefahet: Yasak şeylere, zevk ve eğlenceye aşırı derecede düşkünlük.
racih: Üstün.
Harb-i Umumi: Dünya savaşı.
zîr ü zeber: Altüst, karmakarışık, darmadağın.
sulh-u umumî: Dünya barışı.
menfî: Olumsuz.
teessüs: Kurulma, teşekkül etme, oluşma.
nokta-i istinad: Dayanak noktası.
şe’n: Özellik, yapı, istidat.
hedef-i kast: Asıl varılmak istenen maksat.
tezahum: Birbirine sıkıntı verme.
cidal: Mücadele, ateşli konuşma, tartışma.
tenazu: Çekişmek, birbiriyle uğraşmak.
mabeyn: Ara, aralık, iki şeyin arası.
âhar: Başka, diğer.
unsuriyet: Irkçılık.
tesadüm: Çarpışma.
|