Gazze’de katledilenlerin sayısı 1.100’ü aştı. Bunların yarısına yakını çocuk. Dörtbini aşkın yaralı var. Ve hâlâ içimizdeki “İsrail muhibbi” kimi “yerliler” âdeta zâlimlerle ve zulümle mânen işbirliği içinde.
Kimi HAMAS’ın zulme itiraz olarak attığı ve 20 yıldır ancak çok azı isâbet eden ve dört İsrailliyi öldüren el yapımı roketlerini “bahane” ediyor. Kimi, sekiz yıldır Irak’ta ve Afganistan’da milyonlarca insanı katleden zulümle alûde “İsrail’e hizmetçilik görevi”ni devrederken giderayak “aynaya bakarken gurur duyuyorum; 50 milyon insanı özgürleştirdik” diye övünen Evanjelist Bush misâli katliâma “gerekçeler” sıralıyor.
Bunların başında “HAMAS’ın ateşkesi bozduğu” uydurması geliyor. Filistinlilerin 2008 Haziran’ında varılan ateşkese uymasına rağmen, İsrail’in Gazze’yi ablukaya alıp bir buçuk milyon insanın sıkıştığı dünyanın en büyük hapishanesine dönüştürdüğünü görmüyor.
İsrail’in yıllardır ilâçtan, sudan, gıdadan, elektriğe kadar amansız ambargoyu sürdürdüğünü hesâba katmıyor. Geçtiğimiz altı ay boyunca dünyadan gelen yardımları engellemesini, sürekli ateşkesi bozup Gazze’ye sık sık saldırılarda bulunmasını, çeşitli bahanelerle Filistinlileri katletmesini görmezden geliyor.
HAMAS’ın direnişin göstergesi olarak İsrail’e doğru fırlattığı, menzilleri 40 kilometreyi geçmeyen roketleri “gerekçe” gösterip zulüm ve vahşetlerini “meşrûlaştıranlar”, ne garip ki İsrail’in daha önce de mülteci kamplarına saldırıp soykırım yaptığını, “antlaşma imzaladığı” Arafat’ın karargâhını iki yıl boyunca kuşatmaya alıp bombaladığını ve sonunda Arafat’ı zehirlemesini bile bile ıskalıyor…
MAZLÛMLARI ZULMÜNE
RÂZI EDİP ALKIŞLATIYOR…
Öylesine ki zulme ortak çıkan bu “İsrail işbirlikçileri”, İsrail’in katliâmını “haklı” bulmak ya da en azından “hafifletmek”le, “çok fazla fenâ telâkkî etmemek”le kalmıyor; çarpıtmalarla Filistinlilerin bu zulüm ve vahşeti bir nev'î hakketiklerini yüksünmeden geveliyorlar. Dahası, mâsumları ve mazlûmları bu zulme “müstehak” görüyor. “Kaderin fetvası”nı zâlimin zulmü lehine yorumluyor…
Bu dehşetli hali tahlil eden Bedüzzaman, Hutûvat-ı Sitte adlı eserinin başında, müfsid mahfillerin kamuoyunu saptırma, beyin yıkama ve zulmü “haklı” gösteren yönlendirme ve algılatmalarla mâsumları ve mazlûmları “suçlu” ve hatta “zulme müstehak” ilân edişini haber verir. İstanbul’u işgal eden İngilizlerin, devrin propaganda araçlarıyla Müslüman halka, “Siz kendiniz de dersiniz ki, mûsibete müstehak oldunuz; kader zâlim değil, adâlet eder; öyle ise size karşı muâmele – işgal ve zulmüme- râzı olunuz!” cümlesiyle açıklar. “Ehl-i dalâletin dalkavukları” ve işbirlikçi çanak yalayıcı kalesislerinin her dönemde bu taktiği kullandığını kaydeder.
“Münâfıkları ehl-i imâna (Müslümanlara) musallat eden ve zındıkları yetiştiren mütemerrid (zulümde inatçı ve kibirli) kâfirlerin Müslümanlara hiçbir fayda vermeyen kılınçlarından ferec (kurtuluş) ve ferah (huzur ve gelişmişlik) ve fütûhat (zafer) bekleyen” yerli nâdânların, “zulme rızânın zulüm olduğu, taraftar olanın, meyledenin, ‘Zulmedenlere en ednâ (en ufak) bir meyil göstermeyin; yoksa Cehennem ateşi size de dokunur” (Ahzâb Sûresi, 72) âyetindeki itabı hakkettiklerini bildirir. (Lem’alar, 155; Kastamomu Lâhikası, 160)
“Hançerini İslâmın ciğerine saplamış olan hasım”ın, mazlûmlara “Sükût et!” diye gözdağı vermekle, “Alkışla, mütelezziz ol (işgal ve zulmümden sevin), beni sev!” diye dayatmakla, evvela zaafından zulme boyun eğenleri istimal ettiğini ifâde eder. Zâlim güçlerin, çeşitli korku, güce teslim olma ve benzerî insanın izzetine yakışmayan zaaflarla zulüme rızâ gösterenleri âlet edip istimal ederek “alkışlattığını”, ardından da mâsumları ve mazlûmları zulmünü alkışlamaya zorladığını bildirir. (Sünûhat, 69)
“MÂNEN ZÂLİM OLUYOR”
“Haşirdeki mizânın ancak tartabileceği dehşetli bir günâh ve zulüm” olan bu halin, “yeis (ümidsizlik)” ile su-i zandan ve zaaf-ı kalbden neşet ettiğini (çıktığını)” açıklayan Bediüzzaman, zâlimin mazlumu döven elim darbelerine ve mazlûmun kalbine akseden elemine dayanamayan zâfiyet içindeki zavallıların, bu bunalımdan kurtulmak için iç âlemlerinde dehşetli bir “çarpıtma”ya başvurduklarını belirtir.
Zulme boyun eğmiş sefil psikoloji içindekilerin, “Teellümat (mazlûmların mâruz kaldıkları zulümden gelen elemler) incitir, za’fı tahammül etmez. Ondan kurtulmak ister, rahat-ı kalbi (kalbini ve vicdanını avutmak) için, mazlûmun istihkakı (bu zulmü hakkettiği), darbe arzu eder” şeklinde izâh eder. Zâfiyet içindeki kalbsiz kalblerin ve vicdansız vicdanların “müstehak” diye mazlûmların darbe yemesini te’ville arzuladıklarını nazara verir. “Hem bahane buluyor; ‘belki de müstehaktır. Mâdem o sefil, ona güneş vermiyor, neden gölge eder” türü “bahaneleri” haklı bulan saptırmalara sapan ruh halini tahlil eder. Bu “teslimiyet”le “super güç” ABD’nin ve hâmisi olduğu İsrail’in hiçbir değer ve hukuk tanımayan canavarca zulümlerini peşinen kabullenenlerin, hatta karşı çıkılmamasını salık verenlerin zâlim güçlere dalkavuklukla kendini şirin gösteren riyakâr ruhtan gelen, murâî ve yalancı fikirden çıkan me’şum ve uğursuz vaziyetlerini deşifre eder.
Biçâre mazlûmların zaafını bahane edip, zâlimlerden sarfı nazar ederek “vahşet cinâyetiyle zaifi mahkûm edenleri” bir nev'î “haklı” bulan, zâlime ve zulme arka çıkma zâfiyetinin vaziyetini “mânen zâlim oluyor, zulme yardım ediyor” cümlesiyle özetler. (Âsâr-ı Bediiye, Lemeât, 601) Zâlimin zulmünün dehşeti karşısında zâfiyetle İsrail’in zulmüne bahane arayıp Filistinlileri “tahrik ediyor” diye suçlayıp peşinen “teslim tutanakları”nı imzalayanların hali, bugün bu hakikati, kanlı Gazze sahifesinde açıkça okutuyor…
19.01.2009
E-Posta:
[email protected]
|