Demokrat Parti’yi demokratik yollarla devre dışı bıraktıramayan ve Halk Partisi ile Millet Partisini milletin irâdesiyle iktidara getiremeyen mihraklar, demokrasiyi tahrip eden ve Türkiye’nin maddî ve mânevî kalkınmasının önüne takoz koyup barış ve huzuru bozan tahriklere devam ettiler.
1955’in 6-7 Eylül olayları bunlardan biri idi. “Atatürk’ün Selânik’te doğduğu eve bomba atıldı” şâyiasıyla İstanbul ve İzmir’de Rum azınlığa yönelik yağma ve teröre varan olaylar çıkarıldı, kargaşa meydana getirildi. Maksat, Türkiye’yi anarşi ve kaosa itmek ve Demokrat Parti iktidarını acziyetle itham ederek iktidardan etmekti.
Belli ki olaylar, ecnebi istihbarat servislerinin demokrasiye ve meşrû iktidara bir komplosuydu. Ancak Demokrat iktidarın dirâyetiyle Türkiye kısa zamanda kendini toparladı. İç ve dış mihraklar bunu başaramadılar. Olaylardan sonra 5104 kişi tutuklandı, vatandaşların zararları tazmin edildi.
Bütün engellemelere rağmen iktisadî kalkınma hamlesi sürdü. Bu süreçte İzmit Petrol Rafinerisinin temeli atıldı. Soma Termik Santralı ve Kemer Barajı ve Hidroelektrik santralleri açıldı. Ülke şantiye yerine döndü, yüzlerce fabrika üretime başladı.
LONDRA VE ZÜRİH ANTLAŞMALARIYLA
KIBRIS’TA GARANTÖRLÜK…
Fakat Türkiye’nin büyümesini, dünyada ve bölgede lider konumuna gelip ilerlemesini istemeyen dahilî ve hâricî merkezler, tek parti özlemi içindeki basını ve demokrasi dışı odakları kışkırttılar. Demokrat Parti’nin önüne her türlü bâdireyi çıkardılar.
Tâbirlerince “Menderes’i ipe götüren” tertiplerle senaryolar sahnelendi. Demokrat Parti’yi zaafa uğratmak için peşpeşe kurulan muvazaa partilere prim verildi. Halk Partisi’nin işini kolaylaştıran Hürriyet Partisi, Cumhuriyetçi Millet Partisi ve benzerleri parlatılmaya çalışıldı.
Ne var ki bütün bunlara rağmen 1957 genel seçimlerini de DP 424 milletvekiliyle kazandı. CHP 173, CMP 4, HP 4 ve 2 bağımsız milletvekiliyle kaldı…
Kaderin bir cilvesi olarak, tıpkı 12 Eylül’de Genelkurmay Başkanı yaptığı Org. Evren’in darbeyle Adalet Partisi hükümetini devirmesi gibi, DP hükûmeti de daha sonra Yassıada’da yargılanan Orgeneral Rüştü Erdelhun’u Genelkurmay Başkanı yaparken, 1960 ihtilâliyle kendisini atayan hükümeti devirecek Org. Cemal Gürsel’i Kara Kuvvetleri Komutanlığına getirdi. Bu arada Demokrat Parti hükümetinin 1956’da Kıbrıs konusunda İngilizlerle başlattığı görüşmeler devam etti. Adada Müslüman halkı korumak için Türk Mukâvemet Teşkilâtı kuruldu.
Başbakan Adnan Menderes ve Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, Kıbrıs’ı işgalci İngiliz’in elinden almaya kararlıydı. Önce 11 Şubat 1959’da Türkiye ile Yunanistan arasında “Zürih Anlaşması” imzalandı. Ardından 17 Şubat’ta İngiliz-Türk-Yunan görüşmeleri için İngiltere’ye giden Başbakan Menderes’i ve Türk heyetini götüren uçak Gatwick Havaalanı yakınlarında düşüp parçalandı. Menderes’in kurtulduğu kazada on dört kişi öldü.
19 Şubat’ta Menderes yaralı olarak kaldığı Londra Kliniğinde “Londra Antlaşması”nı imzalandı. İngiliz egemenliğinin bir yıl içinde kurulacak Kıbrıs Cumhuriyetine devredilmesi kararı alındı ve Türkiye’nin tezi başarıldı; Kıbrıs Cumhuriyeti kuruldu.
Kısacası Merhum Menderes ve Zorlu, Londra ve Zürih antlaşmalarıyla Türkiye’ye “garantörlük” hakkını kazandırarak Kıbrıs’ı İngiltere’nin kursağından çekip aldı…
“HALKÇILAR, IRKÇILIĞI ELDE EDİP…”
Türkiye demokraside, özgürlüklerde, ekonomide ve beynelmilel zeminlerde ciddî kazanımlar elde ediyordu. Ankara dış politikada başarı üzerine başarıya imza atıyordu.
Bu süreçte Türkiye, Avrupa Birliği’nin temelini teşkil eden Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) adaylığı için resmen başvurdu.
Ankara Bağdat Paktı’nın merkezi oldu. Bağdat Paktı’nın adı Merkezî Anlaşma Teşkilâtına (CENTO) çevrildi. Lâkin Türkiye’nin önünü kesmek için içte gerginlik ve iç çatışmayı çıkaracak provokasyonlar bir bir devreye sokuldu. Kıbrıs yine karıştırılmak istendi. Kıbrıs’ta zulüm ve terör eylemleri yeniden başladı…
Başbakan Menderes’in Balıkesir’deki konuşmasına, “Sehpalar kurulursa nasıl işleyeceğini kimse bilmez” cevabını veren CHP Genel Başkanı İnönü’nün her gittiği yerde hâdiseler çıktı. Binlerce vatandaşın tepkisinin inadına İnönü Anadolu şehirlerini gezdi. “CHP otobüsü” taşlı saldırılara uğradı.
Tahrikler daha da arttırıldı. Uşak’ta, Denizli’de, İstanbul’da İnönü’yü protesto eden olaylar çıktı. Kışkırtıcı yayınlarda bulunan bazı gazete ve mecmuaların yayını durduruldu. Bazı subayların “isyan kışkırtıcılığı yapmak” ve “fesat çıkarmak” suçlarından tutuklandıkları açıklandı.
Uyarılar etkili olmuyor; Türkiye göz göre göre kargaşaya sürüklenmek isteniyordu. Halk Partisi’nin tahriklerine ne yazık ki Millet Partisi’nin türevleri de destek veriyordu.
Kısacası Demokratlara hitaben yazdığı mektupta “ehemmiyetli bir mesele-i vataniye”yi haber veren Bediüzzaman’ın, “Yoksa sizin yapmadığınız, eskiden beri cinâyetleri nasıl eski partiye yüklüyorlarsa, size de yükleyip, Halkçılar ırkçılığı elde edip, tam sizi mağlûp etmeye bir ihtimâl-i kavî hissettim ve İslâmiyet nâmına telâş ediyorum” ikazın mânâsı tecellî ediyordu… (Emirdağ Lâhikası, 386-887)
12.01.2009
E-Posta:
[email protected]
|