İKİNCİ BÖLÜM
udüs’te 88 yıl kaldıktan sonra zillet içinde geldikleri yere dönen Haçlılar, yenilginin acısını yıllarca unutamamışlardı. Ellerine geçen her fırsatı değerlendirerek tekrar Kudüs’e dönmenin yollarını aramışlar ve bu gaye ile tam yedi Haçlı seferi daha yapmışlardı. Ancak hiçbirinde emellerine ulaşamamışlardı. Çünkü tek sancak altında toplanan Müslümanlar vahdetlerini korumaktaydılar. Ve Kudüs, bu vahdetin kalbi hükmünde olmaya devam ediyordu. Bu durum yüzyıllarca aynı minvalde devam etti. Taki 19. yüzyıla kadar... 19. yüzyıla gelindiğinde, yüzyıllar boyunca Kürt, Türk, Arap demeden ‘Osmanlı’ denen vahdet zırhı içinde kardeşçe yaşayan Müslümanlar, şeytanın desiselerine uyarak cahiliyye hamiyetperverliği hastalığına düşmüşlerdi. İmanları zayıfladığından, Allah’ın safları kuvvetlendiren Müslümanları aziz kılacağını ve hiçbir zaman zillete düşürmeyeceğini unutmuşlardı. Şeytanın oyununa gelerek Osmanlı zırhını çıkarıp atan Müslümanlar; artık havl ve kuvveti olmayan, yutulması kolay lokmacıklar olmuş, zillete düşmüşlerdi.
Bu durumu değerlendiren Haçlı torunu Emperyalist Batı, atalarının kollayıp da ele geçiremedikleri tarihî fırsatı kaçırmak istemiyordu. Bu öyle bir fırsattı ki, bir hamlede hem dinî, hem de dünyevî iki maksada birden ulaşılacaktı. Bu iki maksada ermek için ise, Yahudiler alet olarak kullanılacaktı. Özellikle de Protestanlar bu işe pek hevesliydiler.
Hıristiyanlığın katolik inancına göre; “Rab, özelde Beni-İsrail’i, genelde de bütün beşeriyeti işlemiş oldukları günahlardan temizlemek için kendi özoğlu İsa’yı yeryüzüne göndermişti... Ne varki, İsrailoğulları İsa’nın tanrı oğlu olduğuna inanmamışlardı. Bununla kalmamış, onu öldürmüşlerdi. Sonra da Tanrı, oğlunu yanına almıştı. Ahir zamanda onu tekrar yeryüzüne gönderip krallığını ilân edecek, akabinde ise bütün dünyaya barış hakim olacaktı. Ahir zamanın ne zaman geleceği ise Tanrı’nın ilmi dahilindeydi. İnsan elinin zamana tesiri yoktu...”
Protestan mezhebinde ise, “barışın hakim olacağı ahir zamanın gelmesi için beklemeye gerek yoktu. Müstakbelde Hıristiyanlaşacak olan Yahudilerin vaad edilmiş topraklara (Filistin) dönmelerini sağlamakla ahir zaman süreci başlatılmış olunacaktı. Böylece, başlangıçta İsa’ya inanmayan Yahudiler, bu sefer inanacaklar ve Deccal’a karşı yapılacak olan ‘Armegeddon’ savaşında İsa’nın askerleri olarak çarpışacaklardı..” (The Politics of Cristian Zionism sh: 20 / The Impact of Christian Zionism on American Policy’ - AmericanDiplomacy.org)
Diğer taraftan, Avrupa’daki Milliyetçi Yahudiler, Protestanların kendileri için Hırıstiyanlığa dönük dinî planlar yaptıklarının farkındaydılar. Ancak, Yahudilerin millî çıkarlarıyla uyuştuğu için, şimdilik bu planı reddetmiyorlardı. 19. yüzyılın sonlarına doğru ‘Politik Siyonizm Hareketi’ni başlatan Theodor Herzl bakın bu konuda ne diyor:
“Şayet Filistin’e gidersek İngilizlerin dindar Hırıstiyanları bize yardımcı olacaklar. Çünkü onlar, Yahudiler vatanlarına geri dönerlerse Mesih’in (Hz. İsa) geleceğine inanıyorlar. İngiltere’nin Viyana sefareti Rahibi William Hechler beni ziyaret etti. Projemi büyük bir heyecanla karşıladı. O da hareketimin (Siyonizm) ‘Peygamber Meselesi’ olduğuna inanıyor. Bana harbiyeli subaylar için hazırlanmış olan büyükçe bir Filistin haritası gösterdi. Dört sayfadan oluşan harita açıldığında bütün odayı kapladı. Gururla bana “Senin için temeli hazırlamış bulunuyoruz” dedi. Plana göre yeni tapınağımız ülkenin tam ortasında olacaktı. Bu arada eski tapınağın yerini de gösterdi.” (Diaries sh: 71-72)
Yüzyıldır Ortadoğuyu kan gölüne çeviren kirli ideolojinin dinî arka planı kısaca açıklandıktan sonra, biraz da dünyevî arka planına değinmek istiyorum. 19. yüzyıl Avrupası, Darwin’in şovenist düşünce sisteminden etkilenen milliyetçi hareketlerin zirveye çıktığı ve buna bağlı olarak da Yahudi karşıtı hareketlerin baş gösterdiği bir dönemdir. Buna göre, Avrupa’nın içinde bulunduğu sosyal sıkıntıların altında Yahudiler vardı. Yahudiler dünyaya sahip olmak için hem Marksizm’i, hem de Kapitalizm’i araç olarak kullanıyorlardı. Bir Yahudi olan Karl Marx’ın, sosyal devrim yapma ideolojisinin ardında uygarlığın temsilcisi Almanya’yı yıkma ideolojisi yatıyordu. Bu yüzden, sosyal gerilime sebep olan Yahudilerin Avrupa’dan çıkarılması gerekmekteydi. Bundan başka, sanayileşme devriminden sonra Batı’nın enerji kaynaklarına olan ihtiyacı arttığından, yeni kaynaklar bulma zorunluluğu vardı. Müslüman toprakları ise inanılmaz tabiî kaynaklara sahipti. Bu servetleri ele geçirmenin tek yolu ise, Müslümanların tekrar vahdet zırhına girmelerine engel olmaktı. Bunun için bir ileri karakola ihtiyaç vardı. Yahudiler bu ileri karakol vazifesini başarıyla eda edebileceklerdi. Bu iş için Yahudiler, biçilmiş bir kaftandı. Böyle bir planla harekete geçen Batı, yüzyıllardır Avrupa’da yaşayan Yahudileri yerlerinden söküp, onları deste deste Müslüman topraklarına dikmeyi başardı. Maddî ve manevî olarak destekleyerek toprağa kök salmasını sağladı.
—Devam edecek—
19.01.2009
E-Posta:
|