İlimler, farkına varılsın veya varılmasın, insanı kendine okutturuyor. İnsan Cenâb-ı Allah’ın en büyük bir nakşıdır. “Hâme-i zerrin-i kudret”1 yani Kudretin altın kalemi ile yazılmış biçilmiş ve gönderilmiş. Okumadığımız ve bakmadığımız hemen hemen hiçbir şey yok, hatta bazı bakışlar ve görmeler, tiryakilik derecesinde olmaktadır. Fakat ülfetin verdiği vurdumduymazlık maskaralığı içinde, insan kendini okuyamıyor ve nasıl bir nakş-ı azam olduğunu idrak edemiyor. İnsan olarak antikacılar çarşısında antika eşyalar alıp satıyor, fakat kendinin nasıl bir antika olduğunu gafletle unutuyor veya unutturuluyor.
Bugün gelin hep birlikte göze girelim. Halk arasında da derler ki “Aman göze girmeyelim nazar değer”. Halbuki benim üstünde duracağım göz, kendi gözümüz, aslında bizim de değil, bize bir ikram-ı İlâhî... Hem de nasıl bir ikram-ı İlâhî olduğunu aşağıdaki satırlarda vereceğim misallerle daha iyi anlayacak, hayrette kalacağız ve şükründen çok âciz olduğumuzu kayıtsız ve şartsız kabul edeceğiz.
Renkli görmek için gözün retinasının değişik bölgelerinde yaklaşık 7 milyar ışığa duyarlı hücre bulunmaktadır. İnsan gözü, 40 kadar küçük dokunun uyum içinde çalışması sayesinde görev yapar. Gözü dış etkilerden koruyan göz kapakları, gözü nemlendiren ve yağlayan özel salgı bezleri, ışığın kırılarak içeri alınmasını sağlayan mercek, bu merceği takviye eden küçük kaslar, göze girecek ışık miktarını ayarlayan iris, antibakteriyal göz sıvısı ya da ışığı “yorumlayan” retina tabakası, bu 40 ayrı parçanın bazılarıdır. Eğer bu parçaların biri olmasa, ya da görevini yapmaz ise, insan kör olur. Gözün bu özelliği, bilimsel literatürde “indirgenemez komplekslik” denen özelliktir. Yani tek bir eksiklik, körlükle sonuçlanır.
Yine gözün içinde kitaplar dolusu işlemler, âletler ve birimler vardır. Bu kadar karmaşık bir yapının kendiliğinden olması, kesinlikle imkânsızdır. İşte İlâhî nakş-ı azam demek budur. Yine gözümüz tek bir taslak üzerinde kurulmuş anlık çekimleri yakalayan bir fotoğraf makinesi değildir, daha çok bir video silsilesine benzemektedir. Gözümüz, küçük açılarla, anlık hareket eder ve etrafımızdaki detayları beyne yansıtmak için sürekli kendisini günceller. Ayrıca beynimiz iki gözden gelen sinyalleri toplamaktadır. Bu göz mucizesinin karşısında bütün teknoloji acze düşmüştür ve ancak gözü model alarak makine ve kameralar ortaya çıkmıştır.
Elbette gözler derken çok gözler var. Gözler bir destandır, hangisinden bahsetsek ve hangisinden baksak? Fakat beşeriyetin en mümtaz gözü, Sevgiler Sevgilisi Efendimizin (asm) gözüdür. Onun gördüğünü hiçbir beşer görememiştir ve göremeyecektir. Elbette onun gözü ile hiçbir beşerin gözü kıyas yapılamaz. Bizler onun ümmeti olarak onunla iftihar ediyor ve seviniyoruz. O nasıl bir rehber, nasıl bir sevgili kul ve ne kadar yüksek bir Peygamber (asm). Onu hayal ederken bile gözlerimizden yaşlar akıyor. Onu rü’yada görmek bile insanı hüşyar edip ayağa kaldırmaktadır.
Bunun dışında peygamberlerin gözleri ve gönül sultanlarımızın gözleri, bakışları, müşahedeleri elbette bambaşkadır, harikadır. Evet inananların gözleri, görmenin dışında İlâhî tecellileri de görür, vahdaniyet sırlarından ehadiyeti bulur, her yerde kudret-i İlâhîyi temaşa eder ve derunî zevkini tadarlar.
Hayvanların gözleri ise başka bir makaledir...
Bunun dışında inançları yok olanlar için, küre şehrimizin lambaları olan yıldızlar lisân-ı halleriyle onlara itiraz eder ve derler ki: “Kör olası dinsiz gözü, görmez oldu yüzümüzü, hem işitmez sözümüzü, hak söyleyen âyetleriz biz..” 2 Bu da mânidar bir ikazdır.
Her şeyin bir gözü vardır, inadı bir vücut olarak kabul edersen onun da gözü inat olur.
Gerçek iman, vücuda hâkim olursa, göz eşyayı görmenin dışında, eşyanın içindeki sırları da kendisindeki sırlar gibi ortaya çıkarır.
İki gözümüzün şükründen aciziz, ya diğerleri için ne yapmalı?
Dipnotlar:
1- Sözler, 32. Söz, B.S.Nursî
2- Sözler, 32. Söz, 1. Mevkıf Zeyli, B.S.Nursî
13.02.2009
E-Posta:
[email protected]
|