İNSANLIĞINI kaybetmek istemeyenler, Rabb-i Rahîme en güzel bir kul olabilmek için çaba gösterenler, tarih boyunca, hedeflerine kavuşabilmek için hep bir yol ve mürşid aramışlar. Bu gayeye matuf olarak zaman içerisinde tarikatlar de kurulmuş, Allah’ın sevgili kulları bu mevzuda insanlara yardımcı olabilmek için Kitap ve Sünnet’e dayalı Allah’a giden yollar ihdas etmişler.
Allah’ın rızasını esas alan tarikatlar, Hz. Peygamberin (asm) sünnetini tarikatının esas menbaı olarak kabul eden zatlar, birçok insanları irşad etmiş, onların Allah’ın sevgili bir kulu olmasına vesile olmuşlardır. Çünkü insanlar her zaman hemcinsleriyle birlikte doğru yolda ilerlemeye, cemaat oluşturmaya muhtaç olmuşlardır. Tek başlarına zamanlarının fitnelerine dayanamayacağını bilen iman ehli, hep aynı inancı paylaşanlarla Allah için bir araya gelindiği yerlere gitmiş, orada bulunanlarla birlikte imanlarını kuvvetlendirmeye çalışmışlardır.
İslâm’a lâyık doğrulukla Muhammedî (asm) yoldan yollarına devam edenler, bütün tarikat adaplarını Kur’ân’dan ve sünnet-i seniyeden alanlar hep muvaffak olmuş, İslâm’ın yeryüzünde yayılmasına sebep olmuşlardır.
Dünya bir imtihan yeri olduğu için ve biz insanlar imtihana tabi tutulduğumuz için elbette bazı yanlışlıklar da tarikat ismi altında yapılmıştır. Burada önemli olan ehl-i tahkikin, asıl kaynak olan Kur’ân ve Sünneti incelemesi ve gerçeği bu yollarla bulmasıdır. Elbette insanlar yanlış yapabilirdi. Elbette insanların tamamı günah işleyebilir, nefislerinin tuzağına düşebilirlerdi. Önemli olan işlenen günahlardan sonra tövbe ve istiğfar etmek ve günahların affı için Rabb-i Rahime yalvarmaktır.
Tarih boyunca İslâm âleminde büyük hizmetlere imza atan tarikatlar, daha çok kalbe hitap etmekteydi. Geçmiş asırlarda kalp cenahıyla maksada varmak mümkündü. Ancak bu durum zamanımızda bazı mahzurlar doğurmaya başladı. Artık aklın da devreye girmesi gerekirdi. Bütün hükümlerini akla kabul ettiren İslâm, rahat bir şekilde akıl yoluyla da anlatılabilirdi elbette. Artık ispatiyeciliğin hüküm sürdüğü bir zamanda yaşıyorduk çünkü. Bu sebeple zamanımızda mutlaka kalbin yanına aklın da tatmin edilmesi gerekirdi.
Mutlaka imanî meselelerin akılla da izah edilmesi gerektiği bir asırda yaşıyoruz. Zamanımızda zındıka komiteleri, tarikatleri etkisiz hale getirmek için önemli tuzaklar kurmakta, bilhassa şahıs endeksli hizmetleri akamete uğratmak için ellerinden geleni yapmaktadırlar. Bu sebeple zaman cemaat zamanıdır. Şahıslar yerine Kur’ân ve sünnetle beslenen cemaatlar ancak bu zamanın küfür komitelerine karşı durabilir. Çünkü şahıslar çürütülebilir, ama cemaatlar kolay kolay çürütülemez.
Bu sebepledir ki yirminci asrın küfür cereyanlarına karşı iman ve Kur’ân hakikatlerine sarılan Bediüzzaman Said Nursî, cemaat endeksli bir hizmet tarzını ortaya koymuş ve şahıs yerine meşveretle hayatiyetini devam ettirecek “şahs-ı mânevî”nin güçlendirilmesi gereğini ifade etmiştir. İşte zamanımızın Kur’ân ve sünnet yolunu insanlara gösteren Risâle-i Nur eserleri bu mânâya hizmet etmektedir. Risâle-i Nur vesilesiyle beslenilen asıl kaynak, Kur’ân ve Habib-i Rabbülâlemin olan Hz. Muhammed’in (asm) sünnet-i seniyesidir. Bu sağlam hakikatlerle başlatılan iman ve Kur’ân hizmeti, bugün küfrün bel kemiğini kırmıştır.
Cinnî şeytanların uşağı durumunda olan insî şeytanlar bütün çabalarına rağmen Kur’ân ve sünnete dayalı olan iman hizmetini engelleyemiyorlar. İman ve Kur’ân hizmeti artık sınır tanımamakta, dünyanın bütün insanlarına en güzel yolu tanıtmaktadır. Sultan-ı Kâinat olan Rabbin bütün emirlerini yerine getirmek, doğrulara uymak, yanlışlardan kaçınmak, Resûlullah’ın hayat tarzını hayata geçirmek en güzel ve etkili yoldur. Bu sebeple şahısların peşinden gitmek yerine cemaat halinde İman Hakikatlerini rehber edinmek, bu yolla Rıza-i İlâhî dahilinde hizmet etmek, zamanımızın en güzel yoludur.
09.02.2009
E-Posta:
[email protected]
|