Üniversite gençliği, toplumla yabancılaşıyor mu?
En dinamik toplumsal kesim olarak gençliğin, toplumsal gelişmedeki yeri ve toplumun geleceğini oluşturmadaki rolü “gençlik insanın geleceğidir” şeklinde tanımlanmaktadır. Bu sebeple, geleceğini düşünen toplumların gençliğe gereken önemi vermesi ve onun yarınlara en iyi biçimde hazırlanması gerekmektedir. Gençliğin en iyi biçimde yetişmesi kendisi için, yetişkinler için, toplum için en iyi güvencedir. Toplum içinde gelişme ve değişme sürecini sağlayan dinamik kesim gençliktir. Gelişme ve değişme, toplumun varlığını sürdürmesinin ön şartı olduğuna göre, bir bakıma gençlik insanlığın yakın geleceğidir denilebilir. Bunun için de bütün dünya devletleri gençliğe çok önem vermektedir. Ülkemizde hızlı nüfus artışı genç bir neslin ortaya çıkmasını sağlamaktadır. Çok genç bir nüfusa sahip olan ülkemizde gençlik problemleri en hayatî konu olmaktadır. Bu problemler boşlukta kaldıkça, el sürülmedikçe devleşmekte, çözümü de güçleşmektedir (Özyurt, 2001) Üniversite öğrencilerinin ailede, okulda, üniversite yönetiminde, çevrede değer görmeleri, kendilerini ifade edebilmeleri, söz sahibi olmaları, özgün projeler üreterek, uygulama imkânlarına sahip olmaları gerekmektedir. Bu yönüyle üniversite öğrencileri bulundukları yerin sosyal, kültürel ve ekonomik gelişimine katkı sağlamaktadır. Anadolu Üniversitesince, Eskişehir’de 3 bin 500 kişi arasında yapılan ankete katılanların büyük çoğunluğu üniversite öğrencilerinin şehre daha hoşgörülü ve özgürlükçü bir hava kazandırdığını, çağdaş ve modern bölge olmasına katkı sağladığını bildirdi. “Anadolu Üniversitesinin Eskişehir’e Etkileri ve Şehrin Üniversiteyi Algılayışı” adlı araştırma kapsamında üniversitedeki 1500 akademisyen ve idarî personel ile 2 bin öğrenci ve vatandaş arasında anket yapıldı. “Öğrencilerin şehrin, sosyal hayatına etkisi nedir?” sorusuna anketi cevaplayanların yüzde 93’ü sosyal hayatı zenginleştirdiklerini belirtti. Ankete katılanların yüzde 85’i üniversite öğrencilerinin şehre daha hoşgörülü ve özgürlükçü bir hava kazandırdığını ifade ettiği araştırmada, yüzde 90’lık kesimi Eskişehir’in daha çağdaş ve modern bir şehir olmasında üniversite öğrencilerinin önemli katkısı olduğunu, yüzde 91’i de Eskişehir’deki san’at ve kültür hayatının niteliğini arttırdığı görüşünü savundu.
Bir toplumda üniversite gençliği, toplumun sosyo-kültürel yapısının en dinamik unsurudur. Üniversite gençliğini, diğer gençlik gruplarından ayıran en önemli özellik, onların geleceğin bilgili yönetici ve karar verici adayları olmalarıdır (Yazıcı, 2003,12-13). Başka bir ifade ile üniversite gençliği, gelecekte alacağı görevlerle ülkenin üst yönetimini ve eğitim öğretim bakımından üst sosyal tabakasını oluşturacaktır (Bayhan, 1997:2).
Toplumsal bunalımlardan en fazla etkilenen kesim üniversite gençliğidir. Üniversite gençliği, gençlik piramidinin tepesinde küçük bir azınlığı teşkil etmektedir. Ancak gençlik sorunlarının en belirgin olduğu grup da üniversite gençliğidir. Yine küreselleşme sorunlarından en fazla üniversite gençliği etkilenmektedir (Yazıcı, 2003,13). Toplumda gençlik, kendini bulmaya, anlamaya çalışan ve kimlik bunalımını en fazla yaşayan kesimdir. Üniversite gençliği ise, gelenekselin dışında bir hayat alanı ile tanışmıştır. Bu ortamda üniversite gençliği, uyum güçlükleri yaşamakta, toplumsal norm ve kurallara uyum ve uyumsuzluk arasında gidip gelmekte ve aynı zamanda yeni bir takım kural ve kuralsızlıkların, ideallerin arayışı içinde olabilmektedir. Yerleşik norm ve alışkanlıkların dışında bir arayış içinde olan gençliğin toplumla bütünleşememesi, “yabancılaşma” olgusunu gündeme getirmektedir. Yabancılaşma, gençlik için kuşaklar arası çatışmaya sebep olabilecek boyutta önemli bir sorundur (Tezcan,1997:183). Bu sorun üniversite gençliğinde daha belirgindir.
Gençliğin yabancılaşması, onların toplumla tam olarak psikolojik, toplumsal, ekonomik ve siyasal yönlerden bütünleşememesidir. Gençler, özellikle kendilerini geleceğin öncüsü ve gerçek aydın temsilcileri olarak gören üniversite gençleri, toplumda yetişkinlerin sahip olduğu konumu elde etmek, kimliğini gerçekleştirmek ve sorumluluk sahibi olmak istemektedir. Oysa üniversite gençliği, öğrenci kimliğini taşıdığından ve yeterince olgun görünmediğinden kendisine hak ettiği yetişkin statüsü verilmez. Zaten belli statülere önceden sahip olan yetişkinler, statülerini kaybetmemek için gençleri yeterli olgunlukta ve yetişkin olarak görmek istemezler. Kendi kimliği ve sorumluluğunu taşımak isteyen gençlerle yetişkin kuşaklar arasında bir çatışma başlar. Kuşaklar arası çatışma, bir anlamda gençliğin toplumla bütünleşememesi, yabancılaşması ve uzaklaşmasıdır (Tezcan, 1984, 24).
Üniversite gençliği, alışageldiği bir çevreden farklı bir ortama gelmiştir. Bu ortamda geleneksel değer algıları, tutum ve davranış kalıplarında değişmeler olabilmektedir. Ailelerinden uzak bir üniversite ortamına gelen gençler, geleneksel düzene ve kendilerine yabancılaşabilmektedir. Bu süreçte bocalayan gençlere, farkında olmadan düzen de yabancılaşmaktadır. Böylece gençlerin tutum ve davranışlarında sapmalar, tutarsızlıklar, kuralsızlıklar, çelişkiler görülmektedir.
Toplumsal değişmenin hızlı olduğu toplumlarda, özellikle bu değişim üst kurumsal kanallarla oluyorsa, yabancılaşma kaçınılmazdır. Ancak yabancılaşmayı en aza indirgemek de mümkündür. Üniversite gençliğinin yabancılaşmasını en aza indirgemek için alınması gereken bazı tedbirler, teklifler şeklinde şöyle sıralanabilir: Üniversiteye öğrenci alımı ve iş istihdamı arasında gerçekçi bir planlama yapılmalıdır. Üniversiteye öğrencilerin uyumlarının sağlanması için gerekli tanıtım ve rehberlik hizmetlerine önem verilmelidir. Üniversite yönetimi, gençlere olan güvenini gösterebilmek için onları yönetime katmalıdır. Belli kaygılardan sıyrılmış bir üniversite, öğrencilerine katılımcı ve özgür bir ortam sağlamalıdır. Üniversite, çağdaş değer ve normları, toplumsal değerlerle barışık olarak yeni kuşaklara kazandırmanın yollarını aramalıdır ve öğrencilerin serbest zamanlarını olumlu yönde değerlendirmeleri için kültürel faaliyetlere önem vermelidir. Öğrencilerine belli bir alanda uzmanlık kazandıran üniversite, eğitim-öğretim faaliyetlerinde genel kültür derslerini ihmal etmemelidir. Üniversite gençliğinin yabancılaşmasını en aza indirgemek için daha bir çok teklifler ileri sürülebilir. Bununla ilgili olarak derinlemesine yeni gençlik araştırmalarına ihtiyaç duyulmaktadır. (Uygun, 2004, 57)
Mutlu bir hafta geçirmeniz dileğiyle…
Kaynaklar
Bayhan, Vehbi (1997). Üniversite Gençliğinde Anomi ve Yabancılaşma. Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları.
Yazıcı, Erdinç ve diğerleri (2003). Türk Üniversite Gençliği Araştırması. Ankara: Gazi Üniversitesi Yayınları.
Özyurt, Selahattin (2001). Gençlik Problemleri Açısından Üniversite Gençliği: Değişim Yayınları.
Tezcan, Mahmut (1998). Toplumsal Değişme ve Eğitim. Ankara: Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Yayınları.
Uygun, Selçuk (2004). Üniversite Gençliğinin Yabancılaşması. Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim Dergisi, Sayı: 57.
|
MUSTAFA OĞUZ
27.01.2009
|
|
Bilim ve üniversiteler
Üniversite denildiği zaman akla ilk gelen şey, bilim ve akademik eğitimdir. Çünkü akademik çalışmaların, bilimsel sistematiğe uygun araştırmaların yapıldığı yerdir üniversiteler. Üniversite aynı zamanda eğitim kurumudur. Formel eğitim sürecinde en üst düzeyde eğitim üniversitede yapılır. Üniversitelerin diğer eğitim kurumlarından en önemli farkı, bilgi aktarımı ve eğitimin yanında bilgi üreten kurumlar olmasıdır.
Ancak, “Ülkemizdeki üniversitelerde işlevlerine uygun olarak bilgi üretimi ve akademik eğitim yapılıyor mu?” sorusunu sorduğumuzda, alacağımız cevap ‘hayır’ olacaktır. Üniversitelerimiz, eğitim açısından yoğun faaliyetlerini yürütürken, bilgi üretiminde oldukça geri kalmış durumdadır. Eğitim alanındaki yoğun faaliyetleri de aslında istenilen düzeyde değildir. Üniversitelerin bilimsel çalışmalar yapması ve bilgi üretmesi gerekirken, gerçekte böyle bir kaygının olmadığını görüyoruz. Çünkü üniversitelerimiz genişletilmiş ve büyütülmüş lise gibi eğitim vermektedir. Üniversiteler, memur yetiştiren meslek okulları haline gelmiştir, üstelik meslekî anlamda düzeyi düşük eğitim vermektedir.
Bugün üniversitelerimizde kitle eğitimi yapılmaktadır. Öğrenci sayıları kabarık ve amfilere doldurulmuş kalabalıklarla üniversite eğitimi yapılamaz. Ayrıca öğretim üyelerinin de 20-30 saat derse girerek bilim üretme şansları yoktur. Bunun için üniversitelerimizin yapılanmasının bilimsel çalışmalara uygun olması gerekir. Ülkemizde üniversite sayısının az olması ve yeteri kadar akademisyen yetiştirilmemesi, yeterince kaynak aktarılmaması, bilimsel çalışmalara gereken önemin verilmemesi, bugünkü üniversite modelini ortaya çıkarmıştır.
Ülkemizde ilk açılan üniversite İstanbul Üniversitesi’dir. 1933 yılında Darülfünun adı İstanbul Üniversitesi olarak değiştirilerek eğitime devam edilmiştir. 1961 yılında ülkemizde İstanbul Üniversitesi, İstanbul Teknik, Ankara Üniversitesi, Karadeniz Teknik Üniversitesi, Ege Üniversitesi, Ortadoğu Teknik Üniversitesi, Atatürk Üniversitesi, Boğaziçi Üniversitesi olmak üzere 9 üniversite vardı. Bugün, yeni açılanlarla birlikte 130 üniversitemiz eğitim öğretim faaliyetini sürdürmektedir. Günümüzde yeni açılan üniversiteler, bazı tartışmaları da beraberinde getirmiştir. Elbette bu yapılacaktır. Üniversitelerdeki eğitimde nitelik mi önemlidir, nicelik mi? İkisi de bugünkü üniversite eğitimi açısından önemlidir, kuşkusuz. Ülkemizdeki üniversitelerde her ikisini de birlikte geliştirmek gerekiyor. Çünkü Türkiye 70 milyon nüfusa sahip büyük bir ülkedir. Bu anlamda ülke insanını nitelikli hale getirmek için üniversite eğitimini almış olanların oranını yükseltmek gerekir. Ancak, bu kadar üniversitede eğitime devam edilirken, öğretim üyesi ve akademisyen sıkıntısı had safhaya ulaşmıştır. 80 üniversite varken ve bu üniversitelerin öğretim üyesiyle eğitim öğretim devam edilirken, bir anda ülkemizde üniversite sayısı 130’a ulaşmıştır. Buna rağmen öğretim üyesinde bir artış yok ve bu öğretim üyesi sayısıyla eğitim öğretime devam etmek zorundadır. Bunun için acil tedbirler alınmalıdır. Yoğun olarak akademisyen ve üniversite hocası yetiştirmek gerekir. Bazı üniversitelerimiz, uzmanlık alanları da göz önünde bulundurularak, araştırma ve lisansüstü eğitimlere ağırlık vermeli, hatta sadece lisansüstü eğitim, doktora ve akademik araştırmalar yapan üniversiteler oluşturulmalıdır. Bu çerçevede, sadece eğitim bilimlerinin geliştirilmesi için Eğitim Bilimleri Üniversitesi açılmalıdır. Böylece ülkemizin eğitim sorunlarına daha çok katkı sağlanacak, eğitim sorunlarının çözümünde daha fazla çaba sarf edilecektir.
Üniversitelerimiz özgürlüklerin önünün açılmasının ve demokratikleşmenin öncüsü olmalıdır. Bunun için üniversitelerimiz özerk yapıya kavuşturularak, YÖK’ün despot yapısından kurtarılmalıdır. Bu, hem üniversite öğrencileri için hem de akademisyenler için lüks bir yönetim anlayışı değildir. Bu aynı zamanda insanî bir yaklaşımdır. Üniversitelerimiz, demokratik değerlerin toplumdaki öncüsü olacaksa, demokratik bir yapıya kavuşturulmalıdır. Ayrıca toplumun acil sorunları varken, üniversiteler kayıtsız kalıyorsa, orada zihniyet olarak bir sorun var demektir. Aksine üniversiteler kayıtsız yaklaşımından vazgeçerek, sorunların çözümünde öncülük etmelidir. Bu yaklaşım, üniversitelerin toplumla kaynaşmasını da sağlayacaktır.
Bir kısım üniversitedeki akademisyenler, topluma tepeden bakmakta ve toplumun sorunlarıyla ilgilenmemektedir. Bu sebeple toplumla bağ kurmakta zorlanmaktadırlar. Bunlar, mevcut tutumlarından vazgeçerek, toplumla kaynaşmanın yolunu bulmaya bakmalı, toplumun sorunlarıyla ilgilenmelidir.
Sonuç olarak, üniversitelerimiz; toplumun sorunlarıyla ilgilenmeli, bilgi üretme yeri olmalı; yasakların, korkuların olmadığı, özgürlüklerin önünün açıldığı, demokratik değerlerin savunulduğu eğitim-bilim yuvası haline getirilmelidir.
|
HALİL ETYEMEZ
27.01.2009
|
|
Eğitim sistemimiz işsizlik, verimsizlik ve bunalım üretiyor!
TÜRKİYE’DEKİ mevcut eğitim sisteminin “işsizlik, plansızlık ve bunalım” ürettiğini söyleyen Bağımsız Eğitimciler Sendikası Genel Başkanı Gürkan Avcı, Devletin verdiği diplomaların işe yaramadığını, eğitimli milyonlarca gencin işsizlik yüzünden topluma ve ülkesine küser hale geldiğini ve işsizliğin Türkiye’nin en önemli gündemi olduğunu kaydederek, İstihdam imkânları ve Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu meslekler dikkate alınmadan plansızca sürdürülen eğitim politikaları yüzünden her yıl 250 bin üniversite mezunu gencin işsizler ordusuna katıldığını söyledi.
Resmî verilere göre üniversitelerden mezun olan her 2 kişiden 1’inin işsiz olduğunu kaydeden Avcı, binlerce kimyager, fizik, biyoloji, matematik, felsefe, sosyoloji, tarih, psikoloji bölümü mezunu ve mühendis ve mimar işsiz. Üniversite mezunları arasındaki işsizlik öyle bir hale geldi ki, uzun süredir iş bulamayan ve umutlarını yitirenler “İşsiz Öğretmenler Derneği”, “İşsiz Mühendisler Derneği” adı altında örgütlendi. Türkiye çapında 26 şubesi bulunan İşsizler Derneği’nin üyelerinin yüzde 70’i üniversite mezunu. İşsizlik tehdidine rağmen üniversite kapılarındaki yığılma her yıl daha da artıyor. Üniversite sınavına giren adaydan 4/3’ü kazanamayacak, üniversiteyi bitiren her 2 gençten birisi de iş bulamayacak. Yıllardır sürdürülen bu çarpık tablo artık sürdürülmemelidir, dedi.
TÜRKİYE'DE ASIL
MESLEĞİNİ
YAPMA ORANI
YÜZDE 50
Avcı, Üniversiteye giriş sisteminin ailelere ve ülkeye maliyetinin de oldukça yüksek olduğunu söyledi. Yapılan araştırmalara göre üniversiteye hazırlık için ailelerin bir yılda yaptığı harcamalar, devletin yıllık üniversitelere ayırdığı bütçesini aşıyor. Öte yandan devlet üniversitesinde okuyan, devlet yurdunda kalan bir üniversite öğrencisinin barınma, harç, kitap, yemek, yol, ve giyimden oluşan masraflarının yükü yıllık ortalama 10.000 TL’yi buluyor. Devletin üniversite öğrencisi başına yaptığı harcama ise yılda ortalama 7.000 TL. Bu durumda üniversiteyi 4 yılda bitiren bir gencin ailesine ve devlete toplam maliyeti 68.000 TL’yi buluyor. Diğer bir ifadeyle milyonlarca işsiz üniversite mezunu milyarlarca dolar para harcadığımız bu nitelikli işgücünü sokakta avare dolaştırıyoruz.
Pek çok üniversite mezunu iş bulamama kaygısıyla asıl mesleklerinin dışında bir alanda çalışmak zorunda kalıyor. TÜİK verilerine göre, Türkiye’de asıl mesleğini yapma oranları yüzde 50 dolaylarında. İş bulamayan ve kendi mesleklerini yapamayan insanların yaşadığı Türkiye böylece “Mutsuz, verimsiz ve agresif” insanlar ülkesi haline geliyor.
Gürkan Avcı, Türkiye’nin eğitim sisteminin okul öncesi eğitimden başlayarak, üniversite eğitimine kadar masaya yatırılması ve istihdam ve iş gücü imkânları da göz önünde bulundurularak yeni politikalar üretilmesi gerektiğini söyleyerek, az gelişmiş ülke statüsündeki Türkiye’de meslek eğitimli ve ara eleman sıkıntısı yaşandığını, ancak eğitim sisteminin meslek liseleri ve meslek yüksek okulları yerine, mesleksiz, san’atsız ve “ne iş olsa yaparım!” modunu anlatan, ihtiyaca cevap veremeyen bir eğitim sistemini sürdürdüğünü söyledi.
Avcı şunları söyledi: “Üniversite kapılarındaki yığılma, meslekî ve teknik eğitime gereken önem verilerek önlenebilir. Öte yandan meslekî eğitimi AB projeleri ve dayatmalarıyla değil, ülke gerçekleriyle ve gelenekleriyle tesis etmeliyiz. Küreselleşen dünyada, küresel sermayeye ara eleman yetiştiren bir eğitim sistemi değil, mesleğini dünya ölçeğinde en iyi şekilde yapan, mühendis, yönetici ve girişimci hedefleyen ve bu doğrultuda bir vizyon kazandıran meslekî eğitim sistemi planlanmalıdır. Bunlar yapılmadığı müddetçe, mevcut yazboz eğitim sistemi daha fazla devam edemez.
Gençliğini iyi değerlendiremeyen toplumlar geleceğini de değerlendiremez. İnternet cafeden, cips, kola, hamburger ve tost yiyen, kahvehane ve cafelerden çıkmayan, üretimde değil tüketimde yarışan bir genç işsizler ordusu yarattık. Eğitim sistemimizin yeniden yapılandırılmasında ilk adım olarak, ivedilikle mevcut meslekî ve teknik eğitim planlamasını da ilgili meslek kuruluşlarının görüşlerini alarak ve kamudaki ve özel sektördeki ihtiyaçları ve istihdam olanaklarını belirleyerek yapmaya başlamamız gerekir”.
|
27.01.2009
|
|
Her şeyin en mühim noktası, başlangıçtır
YETENEK sükûnet içinde meydana gelir, karakterse dünyanın fırtınaları içinde (Goethe). Asıl önemli olan vizyonunuzun ne olduğu değil, vizyonunuzun ne yaptığıdır (Robert Fritz). Eylem plânı bulunmayan hedef ancak bir hayal olur (Nathhaniel Branden). Dünyayı nasıl görmek istediğinize dair seçiminiz gördüğünüz dünyayı oluşturur (Kaufman). Gelecek hakkında düşünmezseniz asla bir geleceğiniz olmaz (Henry Ford). Harekete geçerken ilkel, plân yaparken stratejik olun (Rene Char). Bilgi güçtür; ne biliyorsanız gücünüzün temeli odur, bütün enerjinizi ondan alırsınız (Steve Chandler). Bir insanın sahip olabileceği en iyi kişilik özellikleri şunlardır: 1. Yapmanız gerekeni yapın. 2. Bunları yapılması gereken zamanda ve yapılması gerektiği gibi yapın. 3. Bütün bunları isteseniz de istemeseniz de yapın (Thomas Henry Huxley). Düşünceleriniz ne ise hayatınız da odur. Hayatınızın gidişini değiştirmek istiyorsanız, düşüncelerinizi değiştirin (Marcus Aurebiun). Sen başkalarında görmek istediğin değişikliğin bizzat kendisi olmalısın (Gandhi). Eylem olmadı mı, vizyon bir rüyadır. Vizyon olmadan ise eylem, zaman geçirmektir. Eyleme sahip bir vizyon dünyayı değiştirebilir (Joel Barker).
|
27.01.2009
|
|
Ağaç diken ihtiyar
AĞAÇ dikmekle meşgul yaşlı birisini gören padişah. Hoşbeşten sonra sormuş: “Büyük bir ihtimalle diktiğin ağaçların meyvesini yiyemeyeceksin ne diye uğraşıyorsun?’’ Yaşlı adam; “Oğul’’ demiş, “bizden evvelkilerin ağaçların meyvelerini biz yedik, bizim diktiklerimizin meyvesini bizden sonrakiler yesinler diye uğraşıyorum.’’ Bu cevap padişahın çok hoşuna gitmiş ve çıkarıp bir kese altın vermiş. İhtiyar; “Allah’a hamd ederim ki başkalarının diktiği fidanlar seneler sonra meyve verirken benim diktiklerim daha dikerken meyveye durdular’’ diyerek cömert yabancıya teşekkür etmiş. Bu cevap da padişahın hoşuna gitmiş ve çıkarıp yaşlı adama bir kese altın daha vermiş. İhtiyar; ‘“Allah’ıma şükürler olsun ki başkalarının diktiği fidanlar senede bir kez meyve verdiği halde benim diktiklerim iki defa meyve verdiler’’ Padişah ihtiyarın bu cevabına da hayran kalmış ve çıkardığı bir kese altını verdikten sonra yanındaki zâta dönüp, “Burada daha fazla durmayalım, yoksa bu ihtiyar bizde para bırakmayacak” demiş.
|
27.01.2009
|