"Gerçekten" haber verir 24 Ocak 2009
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formuİletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Görüş

Sınırın öte yakası üvey mi?

Zor iştir emperyal hedefler koymak. Her babayiğide nasip olmaz.

Kütük kadar Anadolu coğrafyasına çekildiğimiz günden beri 70 yılda 70 milyona ulaşan nüfusun karındaşlığını kurtarma çabası bir anlamda evdeki bulguru kurtarma çabasından başka bir şey değildir.

Kimsenin Dimyat’a pirince gitmeye niyeti yok ama…

Balkanları, Kafkasya’yı, Orta Asya’yı, Orta Doğu’yu yok saymak da akla ziyan gelir bir parça tarih ilminden behresi olanlara.

Neden mi yazıyorum şimdi bunları durup dururken? Niyetim kardeşlik üzerine bir polemik başlatmak değil.

Lise yıllarından bir yangın var dilimde. Bilirim İttihad-ı İslâm dediğinizde başınıza gelecekleri…

Öte yandan Yankeelerin şerrinden dolayı Orta Doğu meselesine girmeye niyetlenmem bile.

AB kapısından girmeye ramak kalmış Balkanlardaki nüfusu gündeme getirerek zavallıların huzurunu kaçırmayı aklımdan bile geçirmem.

O halde nerden çıktı bu 70 milyon nüfus takıntısı derseniz,

Sayın Başbakan’ın Türk bayrağı fonunun üzerinde 70 milyon kardeşiz yazılı reklâm afişinden naşi zihnimde feveran eden bir tahattürün karanlığa inat ziyayı yakalama uğruna gösterdiği direnim gibi bir şey derim sadece...

Ya da şeytanî bir insiyakın zorladığı bir tedai-i efkâr.

İşte bu tedainin neticesi bir kıymık gibi beynimin her yerinde gelgitler oluşturan tezatlar; geçen hafta Uluslararası Kafkas Tarih Sempozyumundaki Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan, Gürcistan, Acaristan, Abhazya, Tataristan, Balkar, Hakas ülkelerinden katılan bilim adamlarının tebliğlerini Türkçe olarak sunmalarıydı…

Tıpkı yaklaşık bir ay önce Zagreb’de toplanan CIEPO’ya katılan Ürdünlü, Filistinli, Suriyeli, Mısırlı, Kosovalı, Bosnalı, Hırvatistanlı, Macaristanlı, Yunanistanlı ve Bulgaristan’lı bilim adamlarının sunduğu gibi.

Bunca insan, bunca geniş coğrafyada lehçeleri ayrı da olsa ana dili olarak Türkçe’yi kullanıyorsa bizim bu noktada unuttuğumuz bir gerçek yok muydu?

Ya da bize unutturulan bir gerçek. Dünyanın mıh gibi aklında tuttuğu ama bizim unuttuğumuz. Onların bildiği ama bizim bilmediğimiz.

Bu anlamda kafamızı 36. paralelin kuzeyinden kaldırıp sağımıza solumuza bir baksak ne göreceğiz acaba?

Dilucu sınır kapısından geçerken sizinle aynı dili konuşan polis memurlarını göreceğiz.

Pasaportla girebildiğimiz bir ülkenin topraklarında Dede Korkud’u, Köroğlu’nu, Nasreddin Hoca’yı ziyaret edeceğiz.

Mümine Hatun türbesinde duâ edeceğiz.

Ruslar kemiklerini çalıp Leningrad’a kaçırsa da türbenin üzerindeki Kufi yazıyla yazılmış Yasin-i Şerifin Kerbelâ’daki Hz. Hüseyin’in Türbesindekiyle aynı stilde olduğunu fark edeceğiz.

XVII. yüzyılda inşa edilmiş ölke ehemmiyetli Came Mescidinde öğle namazını eda ederken buralarda da kardaşlarımız varmış diyeceğiz.

Tıpkı Zagreb Camii'nde ikindiyi kılarken dediğimiz gibi.

Orta Asya’dan saçılan tohumların Anadolu’nun, Balkanların, Orta Doğunun, Kafkasların yüreğinde nasıl fidan olup büyüdüğünü göreceğiz.

Tıpkı Anadolu’nun bağrında açan ağacın çınar olup yürürken dal budak saldığı Balkanlardan Orta Doğu’dan çatır, çatır söküldüğünü gördüğümüz gibi…

Hülâsa-i kelâm,

Bu koca âlemde biz, asla yalnız değiliz. Gitmesek de görmesek de, orda Türkçe konuşan kardaşlarımızın yaşadığı ülkeler var uzakta…

Aman aramızda kalsın. Biz bir milyar kardeşiz.

24.01.2009


AĞLIYOR GAZZE

Kuşatılmış bir toprağın bağrında akan kanlar dünya coğrafyasına ne kadar bulaştı? Ağrılar niyazlarla başbaşa iken, bedenin her bir azası imdat çığlıklarına bürüneli zaman bile durdu sanki. Ama dünya durmadı. Devam etti seyrine.

Gecelerde bölünen uyku korkunun renginde bekler oldu. Yanlarında uyuyan çocukların yüzlerine değen eller koruyamamanın bahtsızlığına düştü. Çaresizlik kurşunlar gibi düştü zihinlerine. Bir babada, bir annede yankılandı. Başkası duymadı o yankıları.

Duymayan kulak başka çığırtkanlıklara boyun eğdi. Gören göz görmeyen uzuvdan sayıldı. Perde inmedi gözlere; mil çekilmedi kör etmek için sadece görmemezlikten gelindi.

Görmemezlik ne korkunç bir vurdum duymazlık. Başkasında çığlığa dönüşüyor. O ağlarken görmeyen gülüyor. O kanlar içindeyken görmeyen elinin küçük bir kesiğinden hayıflanıyor.

Ağlıyor Gazze. Bu bildiğimiz bir ağlama değil. Toprağında, havasında gözyaşları akıyor. Hava zerrelerinde iniltiler duyuluyor.

Burada çocuk oyun oynuyor. Gülüyor eğleniyor. Bazen de ağlıyor. Ama onun ağlaması bomba seslerinden korkan çocuğun ağlaması gibi değil. Birbirinden farklı ağlamalar dünyada gezip dolaşırken bir tek Gazze’de ki ağlamalar bu farklılıktan ayrılıyor. Bir şehir ağlıyor çünkü. Tek bir sebepten vuku bulan acının neticesinden.

Acı, hiç bu kadar derinden hissedilmemiştir. Hiç bu kadar ciğerleri yakmamıştır. Matem havasında etrafa dal budak sarmamıştır.

Çocuk ve acı. Masumiyet ve acı.

Ölen masumiyet. Ölen çocuk.

Ölen çocuk cennet bahçelerinde. Masumiyeti de kendisiyle beraber. Acısı yok.

Ağlıyor Gazze. Şehrin yanaklarından dökülen gözyaşları benim yanaklarımdan dökülene benzemiyor. Kan renginden bir öfke var. Ben yanağımı silerken o yanağını silemiyor. Kan nasıl temizlenir yüzde? Ayrılık tek tek gözeneklere nüfus ederken. Her ayrılık bir acı daha bırakırken.

Her gün güneş doğuyor ve batıyor. Günler geçiyor. Savaş durmuyor. Kıyametini yaşıyor Gazze. Her gün savaş onlar için. Ya bizim için? Biz her zamanki gibi rutin hayatımıza devam ediyoruz. Hiçbir şey yapamıyoruz. Yapabileceğimiz tek şeyi bile bazen unutuyoruz. Duâ etmeyi.

Duâ en korkunç felâketleri ortadan kaldıracak kadar kuvvetli. Savunmamız, silâhımız, korunmamızdır. Belki de yeteri kadar duâ edemediğimiz için savaş hâlâ devam ediyor.

Duâ edelim onlara.

FADİME KAYA

24.01.2009


Canım çok yanıyor Allah’ım

Adı Nesim olan oğlum, adı Nisa olan kızım şehit edildi. Zalimane canlarına kıydılar.

Adı Ahmet olan abim ve adı Rabia olan kızkardeşim şehit edildi.

Canım çok acıyor Allah’ım.

Artık okulu yok kızımın, artık okunacak ne bir kitap, ne de onu okuyacak bir çocuk yok!

Artık ne bir cami var, ne de orada Rabbe yönelecek kardeşlerimiz sağ bırakılıyor...

Canım çok acıyor Allah’ım!

Anne babalarının şefkatli, emniyetli kollarında ölüm çocukları buluyor.

Anneler, babalar evlâtsız bırakılıyor, yürekleri kanatılıyor.

Şefkat, merhamet, cesaret sahibi anneler evlâtlarından alınıyor.

Ölüm onları çocuklarının gözleri önünde buluyor,

Evlâtlar annesiz, babasız yetim kalıyor.

Canım çok acıyor Allah’ım!

En Sevgilinin (asm) ayak bastığı, peygamber memleketi olan mübarek topraklara zalimler saldırıyor.

Bir kız çocuğunun gözlerindeki korkuyu ve yaşları,

Yüreğindeki acıyı, kulaklarındaki bomba seslerini, bedenindeki o acı titremeyi gördüm.

Canım çok acıyor Allah’ım.

Ben silemem bunları, sen sil Allah’ım!

Gözleri ışığa sürurla açılsın, gülsün,

Yüreği sevgiye, mutluluğa bıraksın kendini.

Kulakları artık ezan-ı Muhammedîyi, gülücükleri, anne babasının sesini duysun.

Bedeni artık huzur bulsun,

Dinsin gözyaşları, bitsin ayrılıklar Allah’ım!

...........

Ben suçluyum...

Onların yanında olamadım.

Onları tanımaya, anlamaya çalışamadım.

Geç uyandım gafletten, duâlarımı çok geç gönderdim.

Canım çok acıyor Allah’ım!

Hep beyhude peşinde koşup, boş şeylere üzüldüm.

Boş şeyleri önemsedim.

Onların dertleriyle dertlenemedim.

Onlarla nimetleri paylaşamadım.

Onlara kucak açamadım, sevgimi veremedim.

Kendimden utanıyorum ve kendimi sana şikâyet ediyorum.

Canım çok acıyor Allah’ım!

Ne kadar güneş gülümsese de Filistin’imin üstüne,

Bombaların dumanları gündüzü de gece yapıyor...

Ne kadar yiyecek bir lokma ekmekleri olsa da,

Yemek için huzurdan mahrumlar.

Ne kadar evleri olsa da, üstlerine ateş yağmuru yağıyor.

Uykuları olsa da uyumak için özgür değiller.

Canım çok acıyor Allah’ım!

Biz güneş altında sıcacık yuvalarımızda, her şeyin en güzeliyle nimetlendirilmişken,

Şikâyet ediyoruz, şükretmiyoruz...

Oysa kardeşlerimiz hepsinden mahrum karanlıkta, zulümat içinde, aç susuz.

Canım çok acıyor Allah’ım!

“Komşusu açken tok yatan bizden değildir” unutuldu,

“Mü'minler birlikte olunuz” unutuldu Allah’ım.

Namazda saf durduk, zalimlere karşı da saf durmamızı nasip eyle Allah’ım!

“Müslümanlar tek bir vücuttur”, onların canı yanıyor, benimde canım acıyor Allah’ım.

Yeşil bir dünya yerine gri bir dünyaya bakıyorlar.

Fakrımı, acziyetimi sana şikâyet ediyorum.

Kendimi onların yerine koydum da...

İrkildim! Ürperdim! Ağladım! Yüreğim yandı! Korktum!

Canım çok acıyor Allah’ım!

İlk defa onlardan olduğumu gördüm, acılarını, sıkıntılarını yaşadım.

İlk defa çocuklarımı Filistinli anneler için sevdim gözyaşlarımla.

İlk defa babama yetim evlâtlarımız için sarıldım, sıkıca.

İlk defa kendimi sana daha yakın hissettim, cihadı kendimde buldum.

İlk defa bu denli canımı “onlar” için vermeyi istiyorum.

Canım çook acıyor Allah’ım!

Kardeşlerim, evlâtlarım için yüreğim yanıyor,

Mescid-i Aksa için acıyor içim.

Sen büyüksün, Sen Rabbü’l-Âlemînsin!

Mescid-i Aksa’yı ve Filistin’imizi zâlimlere bırakma Allah’ım!

Her şeyi bilen, gören Sensin,

Sensin yardımcımız, Sen yardım et Allah’ım!

Bütün niyazlarımız Filistin’imize...

ARZU KONAN

24.01.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır