Türkiye’nin dünya politikasında esas yerinin ne olduğu konusunda çok farklı görüşler öne sürülebilir. Hepsi de bir bakıma doğru olabilir...
Evet Türkiye’ye dışarıdan bakınca öyle farklı renkler görülüyor ki, bu ülke hakkında net bir yorum yapmak oldukça güç.
Meselâ Türkiye’ye tarihî ve coğrafî özelliklerini göz önüne alarak baktığımız zaman İslâm dünyasının öncüsü ve lideri olması gerektiği kanısına varabiliriz. Diğer yandan Orta Doğu ve Balkanları ve hatta Kuzey Afrika’yı dize getirmiş geniş bir imparatorluğun varisi ve hilâfetin son temsilcisi olması hasebiyle de ayrı bir yeri vardır Türkiye’nin. Anadolu gibi stratejik bir toprak parçası üzerine kurulu bu devletin bugünkü haline baktığımızda ve bunu geçmişiyle kıyasladığımızda inanılmaz bir değişim göze çarpar. Dolayısıyla “Hangi Türkiye?” diye sormak ihtiyacı hissedersiniz.
Doğudan baktığımızda Osmanlı torunu ve İslâm bayraktarı, Batı’dan baktığımızda Osmanlı akıncısı ve korkulu rüya... Ancak bugün için bu rollerin hiçbirini tam anlamıyla üstlenmiyor Osmanlı bakiyesi Türkiye...
Batının korkulu rüyası olmaktan çok Avrupa Birliği kapısında üyeliğe kabul edilmeyi bekleyen bir yarı Avrupa ülkesi olma iddiasında... Doğudan ya da İslâm devletlerinin gözünden baktığımız zaman ise, hilâfeti sona erdirmiş, İslâm bayraktarlığını bırakıp, yerine laikliği tercih etmiş ve tamamen farklı bir Türkiye görünüyor...
İşte Türkiye son 80-90 yılını bu bocalamanın içinde geçirmiştir.
Türkiye’nin muhatapları ve komşuları ise, onu anlamaya çalışmaktan çok, zihinlerindeki kalıplarla değerlendirmiş ve Türkiye’nin gerçek halini ve portresini bir türlü kavrayamamışlardır. Bazı Batılılar herhangi bir İslâm ülkesi ile Türkiye arasında bir fark göremezken, Araplar ise “asla bizden değildir” gözüyle bakmışlardır.
Şimdilerde Türkiye yeni bir kimliğe bürünme sürecinde görünüyor. Daha doğrusu eski kimliğini geri kazanma gibi bir iddiaya sahip olduğu söyleniyor. Erdoğan’ın Davos çıkışıyla yeniden İslâm dünyası içindeki liderlik rolünü alıp almayacağı tartışılıyor.
Esasında Türkiye İslâm dünyası içinde liderliğe oynamak fırsatını hiçbir zaman yitirmemiştir. Ancak gerek ülkenin geçirdiği keskin değişim gerekse cumhuriyetin ilk kurulduğu yılların akabinde uzun süren Kemalist rejim bu fırsatların kaçmasına ve uzunca bir süre derin bir uykuya dalınmasına sebep olmuştur.
Erdoğan’ın Davos çıkışı bu sürece nasıl bir katkıda bulunur yahut katkıda bulunur mu bunu zaman gösterecek...
Ancak asıl bilinmesi gereken şey Türkiye’nin her zaman ve zeminde tarihi misyonunu geri kazanma ve İslâm bayraktarlığı yapma potansiyeli mevcuttur. Bunun için ise feraset sahibi politikacı ve diplomatlara ihtiyaç vardır. Türkiye’nin demokrasi ve İslâm’ın buluşma noktasında muhteşem bir model olabilme fırsatı da buna bağlıdır. Türkiye’nin bir İslâm devleti olduğu, İslâm ile ve dolayısıyla Arap ve İslâm dünyası ile bağlarının asla koparılamayacağı kesinlikle bilinmelidir.
Öte yandan Avrupa Birliği’ne üyelik süreci de Türkiye’nin bir başka parlak yüzünü ve batıya bakan yanını temsil etmektedir ki; bu da vazgeçilmezdir. Zira Türkiye “tarafeyn” bir ülkedir. Tek taraflı olamayacak kadar önemlidir. Bir İslâm’a bakan yönü bir de batıya bakan ciheti mevcuttur. Tıpkı Osmanlı’nın akın politikasında olduğu gibi...
Bütün bunların yanında Arapların bazıları, Türkiye’nin bölgede İran’ın etkinliğini dengelemede kilit bir rolü olduğunu düşünüyor. Zira mezhepsel faktörlerden dolayı İran’ın etkinliğinin bir şekilde Türkiye’nin varlığı ile kırılacağı düşünülüyor. Bu da Türkiye’ye bölgede ayrı bir misyon yüklüyor.
Netice itibariyle Erdoğan’ın Davos çıkışı ve bunun yankılarıyla bir bakıma hem Arap dünyası hem de Türkiye’de bazıları ülkemizin tarihî misyonunu hatırlamış oldular. Dileriz gelecekteki icraatler ve atılacak adımlar da bu hatırlanan misyonun kuvvetlendirilmesine matuf olur.
Zira bayrağın düştüğü yerden kalkması gibi, İslâm ülkelerinin yükselişi de İstanbul’dan başlayacaktır.
08.02.2009
E-Posta:
[email protected]
|