Sıkça söylenir, hiç bir din esasında savaşmayı emretmez diye... Buna rağmen dünya tarihinde yaşanmış savaşların bir çoğu doğrudan veya dolaylı olarak din veya mezhep kaynaklı sebeplerden ileri gelmektedir. İnsanlığın dünyada varoluşundan bu yana bir iman-küfür mücadelesi olduğu ve bunun kıyamete dek süreceği kabul edilir. Bu mücadele zaman zaman bildiğimiz savaş boyutuna yükselmiş, bazen de günümüzde yaşandığı gibi fikirsel bazda ve teknolojik anlamda bir mücadeleye evrilmiştir. Ancak şu bir gerçektir ki, savaşlar dünya zemininden hiç silinmemiştir.
İlâhi dinler dediğimiz dinlerin özünde elbette zulüm, sebepsiz yere savaşmak ve haksız yere insan öldürmek gibi insanlık suçları yer almamaktadır. Ancak bu demek değildir ki, bu dinlerin mensupları bu ilkelere özü özüne sadık kalacak ve hiç bu suçları işlemeyecektir. Ne yazık ki, tarihin de bir çok defalar şahit olduğu üzere hangi din veya mezhepten olursa olsun dünya tarih sahnesinde bu türden zalim ve cahiller ortaya çıkmıştır. Bu bazen dini ilkelerin yanlış yorumlanmasından, bazen de dinin çıkarlara alet edilmesinden ileri gelebilmektedir. Evet bazen dini inançlar kullanılmak ve kışkırtılmak vasıtasıyla savaşlar üretilmekte ve toprak, ganimet gibi tali çıkarlara ulaşmak amacıyla din istismar edilebilmektedir.
Böylesi bir risk ve tehlikeye karşı samimi dindarların ve doğru dini ve de dine yakışır doğruluğu şiar edinmiş grupların varlığı ve faaliyeti çok ehemmiyetlidir. Bugün gerek İslam dünyasında gerekse ehl-i kitap dediğimiz Hıristiyan ve Yahudi dünyasında böylesi bir anlayışa sahip grup ve kişilere her zamankinden çok ihtiyaç duyulmaktadır. Zira insanlığın kısm-ı azamını oluşturan ve kaynama noktalarında aktif olan her üç dinin mensupları arasında yukarıda bahsettiğimiz şekilde dini yanlış yorumlama ve algılamadan kaynaklı gereksiz düşmanlık duyguları besleyen kitleler mevcut olabilmektedir. Bu tür kişi ve fikirlerin panzehiri ise doğruluğu temsil eden kişi ve fikirlerdir...
Son ve hak din olduğuna inandığımız İslamiyet, ehl-i kitap adını verdiği ilahi dinlerin mensuplarıyla olan ilişkilerimizde bizlere altın bir kriter vermiştir. Bu kriter mana itibariyle bir çok ayette geçen ama en açık anlamda Al-i İmran suresi 113. ayette zikredilen “Onların (Kitap ehlinin) hepsi bir değildir” kriteridir..
Evet Müslümanların yaşayış ve hayata bakış prensiplerini belirleyen Kur’ân-ı Kerim’de ehl-i kitap ile münasebetlerle alakalı onlarca ayete rastlamak mümkündür. Her bir ayeti kendi iniş kaideleri ve siyak-sibak denilen öncesi ve sonrasıyla ele alarak değerlendirmek en doğrusudur pek tabii ki. Ancak bu ayetlerin genelinde ehl-i kitaptan olanları tek bir kefeye koyarak değerlendiremeyeceğimizi anlamak mümkündür. Dolayısıyla Müslümanlar bu münasebetlerinde muhatabı olduğu kimselerin değer ve kriterlerini baz alarak sonuca ulaşmak yoluna gitmelidirler.
Bugün İsrail devletinin Siyonizm’in etkisi altında olduğu ve bu sebeple de Yahudilik adına bir çok zulümler yaptıkları ortada. Çok yakın bir zamanda dünyanın süper gücü olan ABD’nin başındaki evanjelik George W. Bush’un da dindar geçinip dünyanın başına felaketler açtığını unutmayalım. Aynı şekilde İslamiyet’i arkasına alarak her türlü istibdat ve zulmü halklarına reva gören liderler de tarihin sayfalarında yer almaktadır.
Diğer yandan İsrailli bir Haham olan Menahem Froman’ın Müslümanlarla dindarlık ekseninde barış yapılmasından yana olduğu ve bu yönde mesajlar verdiğine de şahit oluyoruz. Aynı Haham geçtiğimiz sene Mart ayında Filistinlilerin “toprak günü” faaliyetlerine katılmış, barış ve adalet mesajları vermişti. Bununla beraber aynı tarihlerde İsrail’deki Kiryat Arba Yahudileri Hahamı Dov Lior tüyler ürperten açıklamalarda bulunmuştu. Tüm Filistinlilerin etnik temizliğe tabi tutulması gibi garip fikirleri bulunan bu Haham bütün sinagoglara dağıttırdıkları bir bildirisinde “Yahudilikte savaş sırasında sivillerin düşünülmesi diye bir şey yok. Sivillere zarar gelse bile terörizmi yok etmeliyiz” demişti.
Görülüyor ki, dinlerin temelinde ne olursa olsun onu yorumlayanların bakış açıları ve niyetleri hakikati büsbütün saptırabiliyor. Dolayısıyla biz Müslümanlar hem doğru İslamiyet’i şiar edinmeli hem de ehl-i kitaptan bizimle aynı değer çatıları altında birleşebilecek, özünü kaybetmemiş ve Allah’ın birliği şemsiyesi altında birleşebilecek muhatapları bulup, bunlarla ilişkilerimizi geliştirmeli, geri kalanlarıyla münasebetlerimizde de feraset ve dikkati elden bırakmamalıyız.
Netice itibariyle barış çağrılarına en başta cevap verecek ve ‘uzatılan dostluk elini’ sıkacak olanlar Müslümanlardır. Zira Kur’ân-ı Kerim’de Enfâl Suresi’nde bu ilke açık bir şekilde beyan edilmiştir: “Eğer onlar barışa yanaşırlarsa sen de yanaş ve Allah’a güven” (Kur’ân, 8/61)
Barış isteyenle barışmak Müslümanın faziletindendir ancak herşeyden önce işgale ve zulme son vermek ve gaspedilmiş hakların iadesi şartıyla...
05.02.2009
E-Posta:
[email protected]
|