Geçtiğimiz hafta Pazar günü Yeni Asya Vakfı’nın Süleymaniye’deki merkezinde değerli eğitimci arkadaşım Melek Artan’la “Dünyevîleşme ve tesettür” konulu geniş bir çalışmanın “deryadan bir katre” misâli sunumunu yaptık. Çoğunluğunu genç arkadaşlarımızın oluşturduğu kalabalık, ama dikkatli dinleyici grubuyla zaman zaman soru cevap bölümleriyle de zenginleşen karşılıklı fikir alış verişi mahiyetinde hoş bir paylaşımdı.
Felâket ve helâket
asrinin ınsanlari
İnsanlara hayatın anlamını, ölümü, ölüm sonrasını unutturan bir hayat tarzının hâkim olduğu çağın insanlarıyız. Dünya hayatının fani ve geçiciliğini, bu âlemde misafir olduğumuzu çoğu zaman unutuyor, kimi zaman “bilerek ve severek” hiç ölmeyecekmiş gibi bütün kalbimizle sımsıkı yapışıyoruz bizi cezbeden güzelliklere. Fanilik damgasını gördüğümüzdeyse derin bir hüzün kaplıyor içimizi. Oysa ki, ahireti unutmasak, her sevdiğimizi Allah namına sevsek dünyamız da, ahiretimiz de cennet misâl olacak.
Sinir konulmayan
duygular…
Bediüzzaman Hazretlerinin tâbiriyle insanın mahiyetindeki kuvve-i akliye, kuvve-i gadabiye ve kuvve-i şeheviye duygularına sınır konulmamış. Bu duyguları hikmet, şecaat ve iffet olarak “sırat-ı müstakîm” üzere yönlendiren tek ölçü sünnet-i seniyye, yani Peygamberimizin (asm) hâl ve hareketleri, sözleri.
Sahabeler bu modeli en güzel şekilde yaşantılarına aktaran güzide insanlar. Bu felâket ve helâket asrının sisli puslu ortamında yaşayan insanlar olarak onlar bize gökteki yıldızlar gibi “doğru yolu” gösteren örnek insanlar.
Yapacağımız tek şey “menfî ibadet” hükmünde olan günahlara girmemeye özen göstermek. İnanan bir insana binler günahın hücum ettiği bu zamanda günahtan kaçınmak önemli bir salih amel hükmünde. Bu noktada her bir inanan kendi iç âleminde nefisle mücadele noktasında “cihad-ı ekber” ile vazifedar.
Bediüzzaman Hazretlerinin belirttiği gibi “Risâle-i Nur şakirdleri böyle bir hadisede mânevî mücahedeleri, İnşallah zaman-ı Sahabedeki gibi az amelle, pek büyük sevap ve amal-i salihaya medar olur.”
Değışen HAYAT tarzlari ve ınançlar…
“İnandıklarını yaşantısına doğru bir şekilde aktarmaya çalışmayanlar, nasıl yaşıyorlarsa onun doğru olduğuna inanırlar” diye bir söz vardır ya, günümüz insanı da öyle. Namaz, oruç, zekât, hac ibadetlerimizde yaptığımız küçük ihmaller, aslında büyük mûsibetler olarak bize dönmekte. Risâle-i Nur’un satırları arasında bu “İlâhî ikazlar”ın sayısız örneklerini görmek mümkün. Sözgelimi “Rüyada Bir Hitabe” başlıklı konuda İslâm âleminin I. Dünya Savaşı sırasındaki içler acısı mağlûbiyetinin hikmetlerinden birini Bediüzzaman Hazretleri Müslümanların ibadetlerinde yaptıkları ihmaller olarak açıklamakta. Bu mûsibette zarar görenlerin mükâfat olarak Rabbimizce şehit, gazilik gibi makamlarla taltif edildiğini, mallarının sadaka hükmünde kabul edildiğini de ifade etmekte.
Tesettür…
Günümüzde tesettür emri ülkemizde ve dünyanın her yerinde İslâma giren hanımların severek tercih ettiği bir ibadet. Tesettür ölçülerine göre giyinen bir hanım, Settar isminin âyinedarlığını yapmakta. Müslümanlığını bir şeâiri yerine getirerek başında dalgalandırmakta.
Özellikle gelişmiş Batı toplumlarında sosyal hayatın içinde yer alan Müslüman hanımlar, tesettür kıyafetinin inançlarından kaynaklanan bir tercih olduğunu ifade ederek kamusal haklarını istemekteler. Öğretmen, doktor, işçi, işveren, akademisyen gibi çok farklı alanlarda hukukî bir hak olarak başörtüsüyle vazife yapma hakkını almakta, bunun mücadelesini sonunu kadar yapmaktalar. Basından takip ettiğimiz kadarıyla da bu konuda başarılılar. Konuyla ilgili haberleri daha önce Satır Arası’nda sizlerle paylaşmıştık.
Bu hanımlardan bir tanesi olan ve Risâle-i Nurlar sayesinde İslâma giren, şu anda İspanyolca’ya Risâle-i Nurları çevirmekle meşgul Amerikalı Havva Kurter’in arkadaşlarımızla yaptığı sohbette “Her sabah uyandığımda Müslüman olduğum için Allah’a şükrediyorum. Başörtümle gurur duyuyorum. Başörtüsünü taşıyan bir hanımın bundan eziklik duyması mümkün değil” tarzındaki açıklamaları bu açıdan ne kadar ibretli!
Bu konuda bizlere düşen Kur’ân ve Sünnetteki modelleri ayrıntılarıyla öğrenip, yaşantımıza aktarmaya çalışmak. İbadetlerin az bile olsa ihlâsla daimî yapılmasının çok hükmünde olduğu, Risâlelerde ifade edilmekte. Tıpkı Sahabelerde olduğu gibi.
Evet geçen hafta sonundaki programda değindiğimiz konular genel çerçevesi ile böyleydi. Ve soru cevap bölümüyle daha da açılıp detaylandı. Sanırım bu konuları kendi aramızda özel sohbetlerimizde, toplantılarımızda sıkça konuşup mütalâa etmekte hepimiz ve gelecek nesiller için sonsuz faydalar söz konusu.
25.01.2009
E-Posta:
[email protected]
|