İnsan hayatta pek çok şeye ihtiyaç duyar. İlim ve teknoloji ilerledikçe, insanların refah seviyesi yükseliyor, hayatını kolaylaştırıcı araçlar artıyor ama, içindeki boşluğu doldurmak, mümkün olmuyor. Çünkü insanın maddî ihtiyaçlarının karşılanması, kalbinin ve ruhunun ihtiyaçlarını ortadan kaldırmıyor. Maddî olarak hiçbir şeye ihtiyacı olmayan insanların mutlu olması, hayattan zevk alması her zaman mümkün olmuyor. Kalbinin bir yerinde, ruhunun bir köşesinde daha başka şeylere ihtiyacı olduğunu fark ediyor. İnsan çok defa bunun adını koyamıyor ama, “huzurum yok” diyerek eksikliğini ifade etmeye çalışıyor.
Huzursuz insanın mutlu olması, hayattan zevk alması mümkün değildir. Bazı insanlar huzursuzluğu ruhunda taşır, bazılarının da huzursuzluk yüzüne yansır. Şiirlerde, şarkılarda, huzursuzluktan yakınan insanların feryatları yankılanır. Meclislerde sohbetlerde insanlar huzursuzluktan yakınır. Huzur, romanlara ve filmlere konu edilir. Hakkında seminerler düzenlenir, konferanslar verilir. Her devirde ve her yerde huzur arayışı devam eder gider.
İnsanın bu kadar aradığı ve ihtiyaç duyduğu huzur nedir, tarifi nasıldır, nereden bulunur? Şimdi gelin bu soruların cevabını arayalım.
Bazı şeyleri çok güzel anlarız, derinden yaşarız fakat ifade etmekten çok defa âciz kalırız. En iyi bildiğimiz bir kavramı izah etmekten, ona bir tanım getirmekten zorlanırız. Huzur kavramı da bunlardan birisidir.
Huzuru tarif etmek zor olsa da, bunun zıttı olan huzursuzluğu tarif etmek biraz daha kolaydır. Zaten bir şeyin zıttını ifade edebildikten sonra, kendisi de kolayca anlaşılır. Öyleyse, huzursuzluğun ne olduğunu ifade etmek, aynı zamanda huzur nedir sorusunun da cevabını vermek demektir.
Huzursuzluk, bilinen ve bilinmeyen bazı sebeplerden dolayı korku ve endişe duymak, insanın gördüğü ve yaşadığı olumsuz olaylardan rahatsız olması halidir diye tanımlanabilir. Günümüzde insanı endişeye sevk edecek o kadar çok sebep var ki, bu sebeplere takılıp kalanların mutlu olması mümkün değildir. Ancak huzursuzluğa sebep olan etkenler ortadan kaldırıldıktan sonra huzura ermek mümkün olur.
İnsan geleceğinden kaygı duyar, huzursuz olur. Arzu ettiği bir çok şeyi elde edemez, huzursuz olur. Elde ettiklerini kaybetme endişesi taşır, yine huzursuz olur. Bugün sahip olduğu nimetlerin yarın elinden çıkabileceğini düşünmek, hazır lezzetine zehir katar. En önemlisi de, önünde ölüm gibi bir gerçek, kabir gibi bir çukur olduğunu düşünmek, bütün mutluluğunu ve sevincini, eleme ve kedere çevirir.
İnsanın aradığı ve arzu ettiği huzuru bulması için, bütün bu endişelerden, kederlerden ve korkulardan kurtulması gerekir. Kendisini tam bir güven içinde hissettiği an, huzura kavuşmuş demektir. Öyleyse, kâinatın her köşesine, varlıkların her zerresine, olayların her türlüsüne, hem hayata ve ölüme, hem dünyaya hem ahirete hükmeden öyle bir Sultan’ın saltanatına sığınmalı ki, her türlü elemden, korkudan ve kederden kurtulsun. Bediüzzaman Hazretleri bu hale “huzur-u daimî” diyor. Yani insan kendini her daim Cenâb-ı Hakk’ın huzurunda hisseder, O’nun rahmet ve merhametine sığınırsa, hiçbir şeyden korkusu kalmaz. Yine Bediüzzaman’ın ifadesiyle, “Tam münevverü’l-kalb bir abidi, küre-i arz bomba olup patlasa, ihtimaldir ki, onu korkutmaz.”
Bîçare bir yavru, annesinin şefkatli sinesine sığınmakla huzur bulduğu gibi, âciz ve zayıf olan insan da Allah’ın rahmet ve merhametine sığındığı zaman kendini güvende hisseder, hiçbir şeyden korkmaz, hiçbir olaydan endişe duymaz. Zira “her şeyin dizgini O’nun elinde, her şeyin anahtarı O’nun yanındadır.”
Huzur arayan, Rabbinin huzuruna koşsun. İnsan Allah’ın huzurunda iken, hiçbir şey onu huzursuz edemez.
25.01.2009
E-Posta:
[email protected]
|