smi ve Risâle-i Nurlara yaptığı hizmetler Emirdağ Lâhikası’nda şu şekilde geçiyor:
“Edhem Hoca nâmında Balıkesir’de muhacir ve Celâleddin-i Rûmî’nin mensuplarından, yirmi seneye yakın köy hocalığı ve çocuklara Kur’ân okutmakla meşgul ve şimdi de tam Risâle-i Nur’a Balıkesir ve Kırkağaç havalisinde hizmet eden ve uzun mektubuyla korkak hocaları Nurlara dâvet eden ve cesaret veren ve Balıkesir, Kırkağaç havalisi Nur şakirtleri nâmına ‘Sandıklı Alamescid Köy İmamı İbrahim Edhem’ imzasıyla yazdığı mektupta, çok ehemmiyetli ve güzel fıkraları var ve korkak hocalara tokatları var. O zâtı cidden tebrik ediyorum. Cenâb-ı Hak muvaffak eylesin. Hem ona, hem mektubunda isimleri bulunan yeni ve çok Nurculara selâm ediyorum. Onun uzun mektubunu, hastalığımdan, tashih ve ıslâh ve tadil edemedim. Hakkımda pek ziyade senalarını ya kaldırmak, ya tadil etmek lâzımdır. Lâhikaya girmek için sûretini size gönderiyorum. İnşaallah Hasan Feyzi, Ahmed Fuad muallimleri Nurlara sevk ettikleri gibi, bu gayretli kardeşimiz de hocaları Nurlara sevk edecek. Umuma binler selâm ve selâmetlerine duâ ederiz.” [Emirdağ Lâhikası, s. 197, (yeni tanzim, mek. no: 169)]
İşte bu merhum zatın talebesi olan ve kendi vasiyeti üzerine mübarek naaşını yıkayıp cenaze namazını kıldıran emekli imam, halen Afyon’un Sandıklı ilçesinde mukim Hasan Hüseyin Erol Hoca, Alamescid Köyü İmamı İbrahim Edhem Efendi’yle olan hatıralarını anlattı. Biz de hizmete vesile olur düşüncesiyle bu ibretli hatıraların bir kısmını sizlerle paylaşmak istedik.
Risâle-i Nur hizmetlerinin gelişip bu hâle gelmesinde bunca zorlukların, fedakârlıkların, zahmetlerin yanında risâlelerde de bahsedildiği gibi birçok “ikram-ı İlâhî ve fazl-ı Rabbânînin” varlığı da bir vakıadır. Canlı şahitlerin hatıralarını duyup, öğrenip kendi hayatımıza tatbik etmenin yollarını aramayı Rabbim bizlere de nasip etsin İnşaallah.
Şimdi Hasan Hüseyin Erol Hocamızın bu zâtla ilgili hatıralarını takip edelim.
“Biraz kendinizden bahseder misiniz?” diye muhabbete koyuluyoruz ve anlatmaya başlıyor:
“Adım Hasan Hüseyin Erol. Afyon’un Sandıklı ilçesinin Koçgazi Köyündenim. İbrahim Edhem Hoca Efendi bizim köyde imamlık yaptı. Ben 1943 doğumluyum. O, köyümüze imam olarak geldiği zaman sekiz yaşlarındaydım. Ondan Kur’ân dersi aldım. Uzun yıllar talebeliğinde ve hizmetlerinde bulundum. Bediüzzaman ismini ondan duydum.
“Hoca efendi aslen Makedonya Üsküp’ten, 1293 (1877) Osmanlı-Rus harbinden sonra Balıkesir’in bir köyüne yerleşiyor. Babası Mevlevî tarikatına mensupmuş. Balıkesir’de evlenip daha sonra da eşinden ayrılıyor. Bir kız çocuğu varmış. Bir ara Bediüzzaman’ın “Nur Postacılığını” yapmış. Heybesinde risâle, çevre köylere, yakın il ve ilçelere dağıtımını yapıyormuş. Tabiî bunlar 1950 senesinden önce oluyor. O hizmetler miadını tamamlayınca Üstad Bediüzzaman Hazretleri, hoca efendiye ‘İbrahim Edhem kardeşim, sen köylere git, ehl-i imanın çocuklarına Kur’ân öğret, onların ve ailelerinin imanlarını kurtar!’ diyerek onu Sandıklı civarındaki hizmetleri organize için vazifelendirmiş. Daha sonra da bizim köye imamlık yapmaya gelmiş. Bize camide tesbihât okutuyordu. Tesbihât o zaman yaprak yaprak olarak yazılmıştı. Kitapçık değildi. Hoca efendinin, fedakâr, cömert, sahabe hayatı yaşayan üstadı Bediüzzaman’ın yaşayış şeklini taklit etmeye çalışan bir hâli vardı. Maddiyât olarak, kimseden ekmek yemek kabul etmezdi. Her şeyini, karşılığını vererek parasıyla alırdı. Soyadı Dalaz’dı, onun için de köyde ‘Dalaz Hoca’ diye nâm yapmıştı. Ben kimliğinde ‘İbrahim Ethem’ olduğunu gördüm.
“Her Pazartesi köyden Sandıklı’ya derse giderdi. Biz tabiî o zaman “Risâle-i Nur dersinin” ne olduğunu bilmiyorduk. Hiç boş durmazdı. Devamlı ‘hizmetle’ meşguldu.
“Hiç unutamadığım ve oldukça da ilginç ve ibret verici olan bir hadiseyi bana bizzat kendisini anlatmıştı. O yıllarda yine heybesine birkaç risâle koyuyor. Isparta’dan trene biniyor. Balıkesir’e Üstadın verdiği bir isme risâle götürüyor. Gece saat 02.30-03.00 sırasında Balıkesir’de trenden iniyor. Fakat o saatte adres soracak sokakta kimsecikler yok. Bir bekçi, bir de tren sorumlusu var. Onlar da resmî adamlar. Onlara o kişinin adresini soramıyor. Çünkü adresi sorsa o kişinin ‘Nurcu’ olduğu bilindiğinden hemen polisçe takibata geçileceği, hem kitapların elden gideceği, hem kendisinin, hem de o kişinin tutuklanabileceği endişesiyle onlara aradığı kişinin adını ve adresini soramıyor. O zaman devletin nazarında risâleler ‘eroin’ (!) kadar tehlikeli kabul ediliyor.
“O arada bakıyor, gecenin o zifiri karanlığında ve soğuğunda yakınında bir kedi var. Hava çok soğuk olduğu için zavallı kedicik çok üşümüş. ‘Miyavlayıp’ duruyor. Tam o hayvana gözü takılmışken bakıyor kedi yavaşça bir eve doğru yürümeye başlıyor. Hocamız da “Bu kediyi takip edeyim, hangi evin önünde durursa, o kapıyı çalıp ev sahibine aradığım adresi sorayım” diyor. Hayvancık bir evin önünde durunca kedinin durduğu evin kapısını çalıyor. Ev sahibi çıkıyor, ‘Buyurun!’ diyor. Ev sahibine ‘Bu kedi sizin galiba, çok üşümüş. Yazık soğuktan ölmesinden korktum. Haber vereyim dedim’ diyor.
“Ev sahibi ‘Teşekkür ederim’ deyip kapıyı kapatacakken, İbrahim Edhem Hocamız ‘Bir dakika, size birisini soracağım’ diyor. Ve aradığı adresi ve ismi söylüyor. Ev sahibi ‘O benim, aradığın adres burası!’ diyor. ‘Fesübhanallah! Ne büyük bir ihsan-ı İlâhî ve inayet-i Rabbaniye!’
“Ve hocamızı içeri buyur ediyor. Böyle bir gecede, bu şartlar altında mübarek bir hayvan olan kedinin kendisine “mihmandarlık” yapmasına hayret edip Allah’a şükrediyor tabiî.
“Bu hizmet-i Kur’âniye ve imaniyedeki ‘inayet-i Rabbaniyenin’ tezahürüne sebep olan çok çarpıcı bir hatıra olarak bunu bize devamlı hayret ve samimiyetle anlatırdı.
“Kendisi hiç boş durmazdı. Yediden yetmişe herkesi toplar eğitirdi. Vakarını bozmazdı. Ama Nasreddin Hoca gibi de nüktedan, pratik zekâya sahip, değerli ve farklı bir insandı.
“Birçok kerâmetine şahit oldum. Sandıklı’da eski Nur talebelerinden Şekerci Rıfat Abiye, Üstad, İbrahim Edhem Hocamız için ‘Bu yedilerdendir ama kendisini bilmiyor’ diyerek taltif etmiş.
“Bu hoca efendi, tam bir lider, nüktedan, bilgili, cömert ve aksiyoner bir adamdı. Bizim köyden sonra diğer köylerde de imamlık yaptı. Köyleri maddî mânevî ihyâ ediyordu. Köye ilk kaldırımı, çiçekçiliği, parkı o tesis etmişti. Camiyi yağlı boya ile boyamıştı. Her şeyi yapıyordu. Maddî ve manevî bütün varlığını ‘hizmet ve eğitime’ harcardı. Ben biliyorum, bir yıllık maaşından sadece üzerine bir kat elbise yaptırdı. Diğer gelirini hep hizmete harcardı. İnsanları boş durdurmaz, devamlı uyarır ve hareketli tutardı. Çevreyi yeşillendirme, ağaçlandırma, tanzim, düzenleme her şeyi yapar, tatbik ederdi.
“Son imamlık yaptığı Sandıklı’nın Alamescid Köyü, ovada kurulmuş bir köydür. Onun için kışın yağmur ve kar yağınca her taraf çamur deryası olurdu. Hocamız bu köye imam olduktan sonra, üstün bir gayret ve çalışmanın neticesinde o köyü ve köylüyü çamurdan kurtardı. Hayatı boyunca Kur’ân’a hizmeti hiçbir şey beklemeden karşılıksız yapan bir tavır içerisinde olmuştur. Bütün hâl ve harekâtı İhlâs Risâlesine tam mâsadak olan bir insandı. “Sanki ‘Ramazan İktisat Şükür Risâleleri’ onun için yazılmıştı. Onu hayatına aynen tatbik ederdi. Bekâr olmasına rağmen, köydeki çocuklara karşı ana ve babalarından daha şefkatli ve cömertti. Köyden şehre gidince köy çocuklarına şekersiz dönmezdi.
“Herkesin evine gitmez, kendisi ekmek ve yemeğini bizzat yapardı. Kimseye yük olmazdı. Birçok insana Kur’ân öğretti. Talebeleri hep bir yerlere geldi. İnsanların ufkunu açtı. Bütün insanlara “eğitim” hizmeti veren bir insandı. Ben yüzlerce hoca gördüm, ama onun kadar İslâm dâvâsına gönül vermiş bir insan görmedim. Ondaki hâl çok başkaydı. Sanki sadece “İslâm’a hizmet” için yaşayan birisiydi. Melekvârî bir hâli vardı. Nefsini tam öldürmüştü. Bu köyden Üstadın elini öpen birisine, Üstad üç defa “İbrahim Edhem kahramandır” diye taltif etmişti.
“Tam emin değilim ama 1905 doğumlu olduğunu hatırlıyorum. Son zamanlarda nefes darlığına yakalanmıştı.
“1970 Temmuz aylarında Sandıklı’ya taşınmıştı. Titiz bir insandı. Vasiyetnâmesini Kur’ân yazısıyla yazmıştı. Onu daktiloyla Lâtin harflerine döndürmüş. Ben bir ikindi ezanı okuyacağım sırada benim elime bir kâğıt tutuşturdu. Bu vasiyetnamesiymiş. Ayrıca bizzat diliyle de bana söyledi. ‘Ben ölünce sen benim naaşımı yıkayacaksın ve namazımı kıldıracaksın’ dedi. Bunu başka dostlarına da söylemiş. Bunu okudum. Vasiyetnamenin bir nüshasını bana vermesini istedim. Kabul etti ve verdi. Defin işlerinden sonra musallaya varınca, namazını kıldırdıktan sonra bu vasiyetnamesini cemaate okumamı söyledi. Ölüm ânını bile hizmete ve insanları eğitmeye yönelik düşünmeye ayıran birisiydi.
“1971 yılı bahar aylarında vefat etti. Ben ölümünü duyunca evde bana verdiği “vasiyetnâmesini” aradım koyduğum yerde bulamadım. Üzüldüm. Hazırlık yapıp cenazeyi yıkamak için gittiğimde kefenin arasında vasiyetnamesinin aslını buldum. Vasiyeti üzerine Sandıklı’nın Menteş Köyünde defnettik.
“‘Menteş Baba’ Selçuklu zamanında yaşamış büyük bir zattır. Bu zatın türbesi Sandıklı’nın Menteş Köyündedir. İbrahim Edhem Hocaefendi cenazesinin Menteş Köyünde bu zatın bulunduğu mezarlığa defnedilmesini vasiyet etmişti. Bunun üzerine cenazeyi bu köye getirdik. Onun cenazesinin olduğu gün Menteş Baba Dervişin birçok talebeleri de oraya ziyarete gelmişlerdi. Kalabalık bir cemaat vardı. Cenaze namazını ben kıldırdım. Yazdığı vasiyeti hazır cemaate okudum. Hatırladığım kadarıyla vasiyetinde: ‘Ey cemaat, ben de sizin gibiydim. Herkes buraya mutlaka gelecek, onun için dünya malına tamah etmeyin… vs.’ diyordu. Bunu okuyunca bütün köylü ağlamıştı.
“Allah rahmet eylesin makamı Cennet olsun. Âmin.”
23.01.2009
E-Posta:
[email protected]
|