Temel meseleleri bir neticeye bağlayamadığımız için, benzer problemlerin etrafında dönüp duruyoruz. Amerika merkezli olarak patlak veren ‘finansal ekonomik kriz’in ülkemize ulaşması ve piyasaları tahrip etmesi de bu ihmâlimizin bir neticesi.
Dünyanın en büyük bankaları ve finans merkezleri sarsılırken Türkiye, ‘Krizin bizi etkileyip etkilemeyeceğini’ tartıştı. Oysa bu tartışmanın yerine; ‘Yaklaşan krize karşı nasıl tedbirler alabiliriz?’ sorusuna cevap aransaydı belki de bugün daha farklı bir konumda olabilirdik. Bu cümleden olarak Sanayi Bakanı Zafer Çağlayan’ın da şikâyetçi olduğu üzere ‘faiz indirme’ konusunda bile çok geç kalındı. Öyle ki Türkiye hâlâ dünyanın en yüksek faizini veren ülke durumunda. Elbette kendimize has eksiklikler, ekonominin sağlam temellere oturmayışı bu yaranın bir sebebi, ama ‘faiz çetesi’nin tesiri de göz ardı edilebilir mi?
TÜSİAD Yüksek İstişare Kurulu Başkanı Mustafa Koç da derneğin “39. Genel Kurul”unda yaptığı konuşmada, özetle; “Kriz belirtileri çıktığında biz türbanla meşguldük” demiş. (Milliyet, 23 Ocak 2009) Tabiî ki bu tesbit farklı değerlendirmelere sebep olabilir. “Türban/ başörtüsü konusuna kilitlendik ve bu sebeple krize hazırlıksız yakalandık” şeklinde yorumlayanlar olabileceği gibi, “Hükümet ‘türban’la ilgilendiği kadar, krizle ilgilenmedi” şeklinde değerlendirenler de olabilir.
Nasreddin Hoca gibi, her iki değerlendirmeyi yapanlara da “Sen de haklı olabilirsin” demek mümkün mü? Elbette ‘türban’ denilen ve özünde “başörtüsü yasağı” olan bir uygulama Türkiye’nin gündeminde olmasa, onun yerine ekonomi ya da siyasî konular tartışılsa iyi olur. Ama “Başörtüsü yasağı önemli değil, varsın devam etsin. Biz ekonomiye bakalım” tavrını anlamak ve kabul etmek mümkün değil. Bunun yerine, “Şu yasağı bir an önce sona erdirelim. Bu yasak 2009 Türkiye’sine yakışmıyor. Hem dünyada eşi ve benzeri olmayan bir yasak. Hürriyetleri kâmil mânâda geliştirelim ki sıra ekonomiye gelsin” demek en doğrusu.
Nihayetinde devam etmekte olan bu ekonomik kriz de bir gün sona erecek. Peki ondan sonraki gündemimiz ne olacak? Yine kısır çekişmeler ve boş tartışmalarla mı yıllarımızı heba edeceğiz? Böyle olmasını istemiyorsak, çeyrek asırdan beri devam eden inatlaşmayı bir kenara bırakalım. Hak, hukuk, adalet ve özgürlük anlayışı temelinde bir araya gelelim ve bu kavramların Türkiye’nin önünü açıp ufkunu genişleteceğini görelim. Bunu başaramazsak kriz gelir, kriz gider ve biz yine bir arpa boyu yol alamamış oluruz.
Maddî krizlerin aşılması bir iki yıl alıyorsa, sosyal ve siyasî krizlerin aşılması on yıllar alıyor. Bunu görmek için 12 Eylül’ün sebep olduğu siyasî parçalanmaya bakmak yeterli olur. Kurduğu tuzaklarla ‘merkez sağ’ı dağıtan 12 Eylül yönetiminin sebep olduğu zararlar aradan çeyrek asır geçtiği hâlde telâfi edilemedi. Aynı şekilde 28 Şubat süreci de siyasetçiye olan güveni dağıttı. Bu krizlerin aşılması ‘para’ ile de mümkün olmuyor.
O hâlde, temeldeki sıkıntıları görelim ve önce onlara göre çare arayalım.
25.01.2009
E-Posta:
[email protected]
|