Çoğu zaman başka maksatlar için kullanılan ve bir bakıma “Ergenekon”u perdelemek için tekrarlanan “Tehlikenin farkında mıyız?” şeklindeki slogan, aslında hepimiz için uyarıcı nitelikte olmalı. Öyle ya, karşı karşıya olduğumuz tehlikelerin farkına varamadıktan sonra, ‘tedbir’ almak mümkün olabilir mi?
Bu sloganı kullananlara göre ‘tehlike,’ dünya gerçeklerine uygun olarak Türkiye’de yaşayanların da git gide daha fazla dinin icaplarını yerine getiriyor olmasıdır. Kendilerince ‘tehlike’ye dikkat çekmek için sık sık, “Eskiden böyle değildi. Şehirlerde, yollarda, otobüslerde, ‘kamusal alan’da başörtüsü takan yoktu. Hiç üniversitede başörtüsü takılır mı! Hele hele öğrenci, memur vs. namaz kılar mı? Benim ‘teyzem’ de dindardır, ama başını kapatmazdı” derler.
Kendilerince haklıdırlar. ‘Eski’den böyle değildi, ama ‘niçin’ini hiç düşündüler mi? Doğrudur, ‘eski’den Türkiye’de ve dünyada bu kadar cami, mescit, Kur’ân kursu da yoktu. Ama ‘şimdi’ var ve inşaallah daha da artacak. ‘Eski’den yoktu, çünkü Türkiye uzun süre ‘tek parti’ ile yönetildi ve bu talepleri dile getirenler susturuldu. Sadece Türkiye’de değil, bütün dünyada; (meselâ Rusya’da) bir dönem ‘din öldürülecektir’ diyenler ülkeleri yönetti. “Din afyondur” diyenler, inançsız nesiller yetiştirmek için her yolu denedi. Fakat, neticede mağlûp oldular. Çünkü inanmak, insanın fıtratının/ yaratılışının gereğiydi. Bu bakımdan, dini yok sayan bütün uygulamalar mağlûp olmaya mahkûm oldu.
İşte, dünyadaki bu umumî gelişmelere paralel olarak ülkemizde yaşayanlar da daha fazla dinin icaplarını yerine getirmeye başladı. Namaz da kıldı, oruç da tuttu, hacca da gitti. (Bu arada, 1950 öncesi ‘tek parti devri’nde uzun süre hiç kimsenin hacca gitmesine izin verilmediğini de hatırlayalım.) Dolayısı ile “Eskiden bu adetler yoktu, şimdi nereden icap etti?” demek ve bu şekilde bir akıl yürütme ile bir yere varmak mümkün değil.
“Tek parti devri”ne hayranlık duyanlar iki de bir, “Tehlikenin farkında mısınız?” demek suretiyle insanları hakir görmeye çalışırken, asıl tehlikeye dikkat çeken önemli bir isim Türkiye’nin misafiri olmuş. İngiliz hukuk adamı Sir Geoffrey Bindman, Boğaziçi Üniversitesi’nde yapılan “İnsan Hakları ve İfade Özgürlüğü” konulu konferansının bu yılki konuğu olarak bir konuşma yapmış. İnsan hakları, özgürlükler, medya hukuku, iftira ve ayrımcılık karşıtı hukuk alanlarında uzman olan Sir Geoffrey Bindman, doğru bir tanımlama yaparak ‘tehlike’ye dikkat çekmiş: “Demokratik bir toplumda, hükümetin orduyu kontrol etmesi gerekiyor. Herhangi bir toplumda, hükümete bağlı olmayan bir ordu, çok tehlikelidir.” (Sabah, 18 Ocak 2009)
Bindman’a yakın bir değerlendirme de emekli askerî hakim Ümit Kardaş’dan geldi: “Sivil iradenin nasıl bir ordu istediğini bilmesi ve ona göre bunu planlaması gerekir. (...) Halkın temsilcilerinin, parlamentonun orduyu denetlemesi lâzım. Kışlanın kapısından giremeyen demokrasi olamaz.” (Yeni Asya, 20 Ocak 2009)
Avrupa Birliği’nin yayınladığı ‘ilerleme raporları’nda da daima bu ilişkiye dikkat çekilmesi, her fırsatta bu konuların masaya getirilmesi her halde Türkiye’yi idare edenler için bir şeyler ifade ediyor. “Çağdaş ülke”ler bu ilişkiyi rayına oturtabilen ülkeler değil midir? O halde Türkiye’nin yapması gereken de bu ilişkileri sağlam, demokratik temellere oturtması olsa gerek.
24.01.2009
E-Posta:
[email protected]
|