lümsüz gerçek ölüm, hayatı solumaya devam ediyor; an be an, gün be gün ömür, ölümün kucağına akıyor… Değişmez değişim dünya döndükçe değişmeyecek; doğmak kadar ölmek, varlığın diğer yarısı olarak var olmayı sürdürecek… Nice nesiller, nice hükümranlıklar bu hükmün dışına çıkamadı, çıkamayacak; dünya iki kapısı açık bir han, gelmek kadar gitmek, her an olan, sıradan ve olağan bir hâl…
Yanılgıların, yanlışların en büyüğü burayı sahici sanmak, sanki buralıymış gibi yaşamak, ölümü öteleyerek nefeslenmek… Tutkuların esaretinden kurtulmak, zevklerin kör kuyusundan çıkmak, ölümü önceleyerek bakmak; hayata, hadiselere, kederlere, sevinçlere… Hepsi bir “an”a dökülüyor veya bir “an”da her şey var… Ömür, zamandan düşen bir damla; ölüm, damlayı ölümsüzlük nehrine akıtan bir nefes…
Her nefes, başlangıç ve bitişin buluşup ayrıştığı siyah ve beyaz nokta; günün siyah ve beyazda nefes alıp vermesi gibi ölümlülükten ölümsüzlüğe akıyor… Akan zamana hayıflanmak, gelen ölümden endişe etmek; hayatın iki berzah arasında sıkışmışlığı… Sıkıntıların en büyüğü “an”lık zevklerde beka arayarak koşuşturmak, sonuçta yorgun, yılgın, yitik bir şekilde yıkılmak; ne acınası bir hayat, ne kederli bir ömür, ne büyük kaybediş…
Ölümü hayatın ikizi bilip, onsuz anlamların anlamsız, bakışların basit, düşüncelerin düşüncesiz olduğunu idrak etmek; ömür ağacını meyvelerle doldurmanın hikmet kökleri… Böyle bir köksüzlük ve meyvedarsızlık varsa o ağaç kütükten ibarettir ve sonu yanmaktır, en yanılası hâl bu hâldir… Sıkıntıları şükür, hadiseleri ibret, kelâmları zikir, nazarları tefekkürle süsleyen insan, zevkleri acılaştıran ölümü hatırdan çıkarmayandır…
Yoksa nasıl dizginlenir azgın nefis atı, onu kışkırtan şeytan nasıl uzaklaştırılır? Toprak kadar canlı, güneş kadar gerçek ölüm; kalbi kirlerden temizleyen en tesirli bir iksir, o iksirsiz ne düşünceler disipline edilir, ne de duygular dizginlenir…
Ondan büyük nâsih var mı? Onu anmak ve hatırlamak için, zamana ve zemine ihtiyaç yok. Her an o düşünülebilir, bitmeyen hayat dersi alınabilir... Ömür oldukça bu ders bitmez, dünyanın da dershane olduğu…
Sonsuzluk, ölümün siyah kapısının ardında, bir eliyle o kulptan tutmak ve bırakmamak; hayatı heder olmaktan kurtaracak sağlam bir sığınma…
Hayat aktıkça, ömür oldukça, ölüm konuşulmaya, yazılmaya, düşünülmeye, hissedilmeye, araştırılmaya devam edilecek, çünkü hayatın anlam anahtarı ölümün avuçları içinde, sonsuzluk suâlinin cevabı onun iki dudakları arasında… Ara sıra değil, sık sık ona sığınmak hem dünyayı daha yaşanılır kılacak, hem ömür eteklerini bâkî meyvelerle dolduracak…
Sözü uzatmaya ne hâcet, öz sözle sonlandıralım: “Nasihat istersen ölüm yeter.”
Not: Arkadaşım, dostum, bu dâvâda yoldaşım Hüseyin Hiçdurmaz’ın muhterem babası Abdullah Hiçdurmaz’ın vefatı üzdü. Üzüyor olmayan yanı, bizim de gidecek olduğumuz yere bizden önce gitmiş olması ve geride bize ibret dersler bırakması… Ölümlülüğü hatırlatması onda sonsuz sevaplar olarak yansıması duâsıyla, kabri Nur, makamı Nur olsun İnşallah.
03.02.2009
E-Posta:
[email protected]
|