"Gerçekten" haber verir 03 Şubat 2009
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formuİletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Basından Seçmeler

İsrail’in en büyük korkusu

İspanya’da Ulusal Mahkeme, insanlığa karşı suç işlediği gerekçesiyle İsrail hakkında soruşturma başlattı.

Filistin İnsan Hakları Merkezi’nin başvurusunu kabul eden Yargıç Fernando Andreu’ya göre, 22 Temmuz 2002 tarihinde İsrail’in Gazze’de düzenlediği saldırıda ‘insanlık suçu’ işlendi.

Yani...

-Sivil halkın hedef alındığı saldırıda orantısız güç kullanıldı.

Yargıç Andreu, işlenen suçun önceden tasarlanmış ve kararlaştırılmış olduğuna dair kanıtlar elde edildiği takdirde ‘soykırım’ gibi daha büyük bir suçlamanın söz konusu olabileceği görüşünde.

***

Yedi yıl önce Gazze’de ne oldu peki?

İsrail, F-16 tipi savaş uçaklarıyla Hamas’ın eski askerî sorumlularından Salih Şehadeh ile beraberindeki ailesini hedef aldı. Katliamda Şehadeh’le birlikte dokuzu çocuk 14 Filistinli hayatını kaybetti, 150 kişi de yaralandı.

İspanya mahkemesi bu saldırıyı soruşturuyor şimdi.

Tabii ki operasyona izin veren yetkilileri de... Dönemin İsrail Savunma Bakanı Binyamin Ben Eliezer onlardan biri. Diğerleri ise şunlar:

-Eliezer’in askerî danışmanı Michael Herzog.

-İsrail eski Genelkurmay Başkanı Moshe Ya’alon.

-Mezkûr saldırı sırasında hava harekâtını yürüten komutan Dan Halutz.

-Dönemin İsrail ordusu güney bölge sorumlusu General Doron Almog.

-İsrail Ulusal Güvenlik Konseyi Başkanı Giora Eiland.

-İsrail Genel Güvenlik Servisi Direktörü Abraham Dichter.

Yargıç Andreu, üst düzey yedi kişiyle ilgili olarak geçmişte herhangi bir soruşturma yapılıp yapılmadığına ilişkin İsrail hükümetinden bilgi istediğini; ancak cevap alamadığını da söylüyor.

***

Şüphesiz İsrail, mahkemenin başlattığı soruşturmadan oldukça rahatsız...

Savunma Bakanı Ehud Barak’ın kararı ‘saçmalık’ olarak yorumlaması, bu rahatsızlığı yeterince gösteriyor zaten.

İspanya nezdinde hemen diplomatik girişimler başlatan İsrail’in hedefi soruşturmayı dava aşamasına gelmeden durdurmak. Benzer bir süreç yaklaşık 8 yıl önce Belçika’da başlamadan bitirilmişti çünkü.

Hatırlarsanız 23 Filistinli, dönemin İsrail Başbakanı Ariel Şaron hakkında Belçika’da mahkemeye (18 Haziran 2001) başvurmuştu. Gerekçeleri ise 1982’de Lübnan’ı işgal eden İsrail’in, buradaki Filistin kamplarında (Sabra ve Şatila) Falanjistlerin gerçekleştirdiği ve yaklaşık iki bin sivil Filistinlinin hayatını kaybettiği katliama göz yummasıydı.

Dönemin Savunma Bakanı Ariel Şaron, bu katliamla ilgili olarak 1983’te İsrail’de açılan soruşturmada, ölümlerden ‘dolaylı’ yoldan sorumlu tutulmuştu.

***

İsrail, şimdi İspanya’ya yaptığı gibi o zaman da Belçika’ya baskı yapmış ve kısa zamanda netice almasını bilmişti.

Brüksel Mahkemesi, Belçika adaletinin, Ariel Şaron’u yargılama yetkisine sahip olmadığına karar vermişti.

Böylece Şaron hakkında sürdürülen tüm adlî takibat da durdurulmuştu.

Görüldüğü gibi İsrail’in en büyük korkusu roketler, füzeler değil, hukuk aslında.

Öyle olduğu için de İsrail hükümetinin, son Gazze saldırılarına katılan askerlerini hukukî koruma altına alması boşuna değil.

Mehmet Yılmaz

Zaman, 2.2.2009

03.02.2009


AİHM’in 50. yılı ve Türkiye

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi geçtiğimiz cuma akşamı 50. yılını kutladı. Türkiye de Avrupa Konseyi’nin ilk günlerden beri üyesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin de ilk metninin altında devlet olarak imzası var. 1987’den beri de, Özal’ın büyük atılımıyla, bireysel başvuru hakkını yurttaşlarına tanımış bir ülke.

Bu tarihten itibaren de AİHM içtihatı Türk hukukunda çok özel bir yer tutmaya başladı. AB sürecinde Anayasamızın 90. maddesinde 2004 yapılan değişiklik sonrası AİHM içtihadı, kararlar bütünü çok daha önemli hale geldi çünkü AİHM içtihatı iç hukuka girdi, hatta yasalarımızdan daha üstün bir hukuksal pozisyon aldı.

Türkiye’de hakimler bu işe ne kadar inandılar, ne kadar benimsediler pek belli değil zira hem ilk derece mahkemeleri kararlarında hem de özellikle yüksek yargı kararlarında AİHM içtihadının ruh olarak izini bulmak çoğu kararda pek kolay değil.

Ancak yine de bu süreçte AİHM içtihadı sayesinde Yargıtay bir Taş kararı üretti, 1976 tarihli önemli bir AİHM kararını adeta türkçeleştirerek ifade özgürlüğü alanında bir türlü yakalanamayan bir ÇAĞDAŞLIK düzeyini yakaladı, bu düzeyi hep koruyamadı ama en azından bir kıpırdanma oldu.

Sistem DGM meselesini yine AİHM kararları sayesinde temizledi, yurttaşlarımıza ait azınlık vakıfları (bir önceki Cumhurbaşkanı Sezer bunların yabancı vakıf olduğunu düşünüyordu) mülkiyet meselelerinde bir adım atabildiler vs.

Ancak, başta yüksek yargı olmak üzere Türkiye’de AİHM içtihadının iç hukukun bir parçası hatta yasaların üzerinde olduğu anayasal gerçeği pek benimsenemedi, pek anlaşılamadı. Devlet sistemimiz, hukuk sistemimiz ve hukukçularımızın büyük bölümü AİHM içtihadına hep kuşkuyla bakmaya devam ettiler.

Bu mesafeli hatta dostane olmayan bakışın ve uygulamanın son örneğini geçtiğimiz Cuma günü Strasburg’da gördük, yaşadık. Yukarıda da belirttiğim gibi cuma akşamı AİHM 50. kuruluşunu kutladı; AİHM Başkanı Costa, Ulusulararası Adalet Divanı Başkanı İngiliz profesör Higgins ve Fransa Adalet Bakanı Raşida Dati birer konuşma yaptılar.

Bu geniş katılımlı toplantıya Avrupa Konseyi üyesi ülkelerin yüksek yargı organları başkanlarının, Strasburg’da görevli daimi temsilcilerin tümü davetliydiler; doğal olarak bizimkiler de davetli idiler.

AİHM 50. kuruluş yılı kutlamalarına iki ülke dışında yüksek yargı organları ve daimi temsilcilikler düzeyinde katılım gerçekleşti. Törenlere katılmayan iki ülke Türkiye ve Letonya oldular.

Letonlar çok sıkıntılı bir bütçe döneminden geçtiklerini ve yüksek yargı organları başkanlarına yolluk ayıramadıklarını belirtmişler.

Bizimkilerin katılmama sebebi ise herhalde harcırah meselesi değildir diye düşünüyorum.

Bizim yüksek yargı organlarının başkanları ya da temsilcilerinin törene neden katılmadıklarını gerçekten bilmiyorum ama sezdiğim bu mercilerin AİHM meselesinden ve içtihadından pek hazetmedikleri ama umarım katılmama gerekçeleri bu da değildir. Ben kendi adıma yüksek yargının çok meşgul olduğunu ve AİHM 50. yıl kutlamalarına davetli olmalarına rağmen bu nedenden katılamadıklarını düşünüyorum. 367 harikasını üreten Anayasa Mahkemesi, üç bilirkişinin raporuna rağmen Hrant’ın yazısında suç unsuru bulan Yargıtay herhalde bugünlerde çok önemli bir konuyu, muhtemelen önlerine bir süre sonra gelebilecek çok önemli bir konuyu tefekkür ediyorlar diye düşünüyorum.

Prof. Mümtaz Soysal önemli bir TV kanalında geçenlerde Nokta dergisinin ortaya çıkardığı ‘Darbe Günlükleri’ meselesinin yani vergi mükelleflerinin parasıyla maaş alan kuvvet komutanlarının darbe planlamalarının ceza hukuku açısından suç teşkil edemeyeceğini ifade etti.

367 meselesini Sayın Sabih Kanadoğlu ortaya atmış idi; Sayın Mümtaz Soysal da hukuk çevrelerinde Kanadoğlu’ndan aşağı kalan biri pek değildir.

Ama bu kez bence konu 367’den de çetrefil ve kılıfına uydurulması zor; çok çalışmak lazım çok.

Gün AİHM’de vakit kaybedilecek gün değildir.

Eser Karakaş / Star, 2.2.2009

03.02.2009


Atatürkçüler Tayyip Erdoğan’ı desteklerse...

(Ulusalcılar) tavrını Mustafa Kemal referansıyla açıklayan Recep Tayyip Erdoğan’ın arkasında durmaya niye cesaret edemiyorlar?

(...)

Şimdi Türkiye yeni bir dönüm noktasında...

Bu dönüm noktasında, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın müttefikleri arasına, kim ne derse desin, Türkiye’nin laik ve Atatürkçü öncelikleri olan kesimlerinin de eklenme olasılığı görünüyor.

Eğer Tayyip Erdoğan hükümeti, bir süredir vurguladığı ‘ulus-devlet’ kavrayışını gündeminden düşürmezse... Eğer bu hükümet, vatandaşlık kavramına yaptığı vurguyu artırır, sık sık Tayyip Erdoğan’ın ağzından dinlediğimiz her ırktan vatandaşa karşı eşit mesafe söylemini, ‘Türk’ün bir ırkın değil, ulusun adı olduğu’ gerçeğiyle kurumsallaştırarak pekiştirirse... Eğer bu hükümet, Türkiye Cumhuriyeti’nin ‘kuruluş felsefesi’ ve ‘kavramsal kodları’nı kendi kültürel kaynakları içinden tekrar aktive etmeyi başarırsa...

(...)

İçe kapanmacı değil, dışa açılmacı bir Türkiye Cumhuriyeti Ulus-Devlet’i imkanı vardır. İşte önümüzdeki günlerde tartışma antolojimizin merkezine oturacak soru şu: Kemalistler, Atatürkçüler, çağdaşlar ve ulusalcıların Tayyip Erdoğan hükümetine bakış açılarını değiştirmesi ‘milli vazife’ midir? Türkiye, cumhuriyetinin ‘Kuruluş Felsefesi’nin sağlamasını Recep Tayyip Erdoğan iktidarıyla yaptı.

Atılgan Bayar / Akşam, 2.2.2009

03.02.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır