Türkiye garip bir tartışmanın içinde. Davos “çıkışı”nın ardından Başbakan Erdoğan’la İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres arasında karşılıklı “yanlış anlaşılma”nın ifâde edildiği telefondan Ankara ve Telaviv arasındaki çetrefilli “tepkiler” ve Amerika’daki Yahudi lobisiyle diyaloglar, bir yığın soruyu gündeme getirmekte.
Bu yüzden Erdoğan’ın “çıkışı”na, “İsrail’e ve ABD’ye başkaldırı” ve “bölgenin yeniden şekillenmesi” gibi anlamlar yükleyenler, Erdoğan’ın her fırsatta “antisemitizm insanlık suçudur” deyip “İsrail’le ilişkilerin devam ettiği”ni vurgulaması sath-ı meylindeki yaman çelişkilerde bocalamaktalar.
Gerçekten, daha krizin ilk saatinde Peres’in gazetecilere “Türkiye ile ilişkilerini etkilemeyeceğini” söyleyip telefonda aradığı Erdoğan’a, “Bunu kişisel veya ulusal bir sorun olarak görmüyorum; ilişkiler olduğu gibi kalmalı ve ona saygım değişmedi” demesinin anlamı nedir? Veya “Türkiye, İran’a bir cevap olmalı” ifâdesi ne anlama geliyor?
Dahası Peres’in ilk andan itibaren büyük bir özenle Erdoğan’ı hedef almayıp panelde diğer konuşmacıların “çirkin bir İsrail portresi çizmesi üzerine sert bir dille konuşmak zorunda kaldığını” kaydetmesi, ne mânâya geliyor.
İsrail Cumhurbaşkanı sözcüsü Frish’in, “Peres’in Erdoğan’dan özür dilediği” haberini yalanlamasına, “sâdece çok üzüldüğünü, dostlar olarak aralarında tartıştıkları”nı bildirmesine karşı, galeyandaki kamuoyuna “Osmanlının torunları” olarak Türkiye’nin onururu koruduğunu dile getiren Erdoğan’ın, telefonda “tavrının Peres’e karşı olmadığı, ancak oturumun moderatörüne karşı olduğunu” açıklamasının maksadı nedir? Neden kriz ısrarla “moderatör”e yüklendi?
Niçin sözkonusu kriz sürecinde İsrail’in bindörtyüz insanı katleden ve beşbin sivili yaralayan son Gazze katliâmına göz göre göre büyük bir pişkinlikle karşı çıkmasından sarf-ı nazar edilmekte; ve bütün mesele “moderatörün çileden çıkaran tutumu”na indirgenmekte?
İSRAİL’E KARŞI
TEZATLI KIRILGANLIK…
Diğer yandan, Başbakan’ın bir taraftan halka “Kimsenin ülkemin saygınlığını ve onurunu zedelemeye müsaade edemem” derken, diğer taraftan sık sık İsrail’le ilişkilerin devam ettiğini vurgulaması tezadından ne çıkıyor? Sahi Washington Post ve Newsweek muhabiri Lally Weymouth’a verdiği röportajda Erdoğan’ın, “İsrail’le ilişkiniz sona erdi mi?” sorusunu “Ciddî bir ilişkimiz var” cümlesiyle cevaplamasının; ve “Tepkim İsrail hükûmetine; İsrail ayrı, hükûmeti ayrı” ayırımının maksadı nedir? İsrail hükûmetini kıyasıya kınayıp İsrail’le iliştileri sürdümenin taktiği mi?
Her fırsatta tekrarladığı gibi, İsrail’in Gazze’ye saldırılarına karşı gösterdiği tutumun antisemitik veya Yahudi halkına karşı olduğunu iddia etmeye çalışanlara, “anti-semitizmin karşısında duran biri Başbakan olarak her zaman İsrail ve Yahudi düşmanlığını kınadığını” söylemesinin amacı nedir?
Bir tenâkuzlu garâbet daha Başbakan’la Dışişleri arasında yaşanıyor. “Biz kategorik olarak İsrail’i, İsraillileri, Yahudileri suçlamıyoruz. Eleştrilerimiz fosforlu bombalara, kitle imha silâhlarına, uçaklarla bombardıman eden o operasyonadır” şeklinde konuşan Başbakan, “Bizim dışişleri anlayışımız bizim ne söyleyeceğiz üzerine kurulu” diyor; lâkin şu saate kadar Dışişleri Bakanlığı’ndan Başbakan’ı destekleyen en ufak bir açıklama yapmış değil.
Keza Erdoğan, “Bazı monşerler bunu anlamakta zorlanabilirler” cümlesini sarfediyor” ama İsrail hükûmetinden gelen bir dizi resmî açıklamaya mukabil, Ankara’dan hiçbir diplomatik tepki gösterilmiyor; neden?
Sadece Ankara’dan değil, İsrail hükûmeti de tezatlı tutum içinde. Türkiye ile ilişkilerin devam ettiğine ve edeceğine vurgu yapan İsrail Dışişleri Bakanı Livni, Ankara’yı uyarırken, İsrail Başbakanı Olmert, kabine toplantısında bakanlarını “Türkiye’ye karşı tartışmanın dozunu yükseltmemeleri” hususunda uyarıyor. “Türkiye ile ilişkilerimiz önemli; İsrail için çok büyük bir müttefik olan Türkiye’nin mahallî seçim öncesinde bazı zorlanmalarla karşı karşıya olduğunu” belirtiyor. Bir nevi Erdoğan’ın, “İsrail hükûmetinin bu krizi seçimde kullanacağı endişesi”ni nazarlara verip ilişkilerin ve işbirliğinin aynen devam edeceğine dikkat çekmesi gibi…
İSRAİL’LE İLİŞKİLER
“VAZGEÇİLMEZ” Mİ?
Bu arada Erdoğan’ın Peres’le Davos’taki söz düellosuna, “Saygısızlığı sineye çekecek değil, gerekli cevabı verdi” diye destek çıkan Cumhurbaşkanı Gül’ün, Peres’in Erdoğan’ı övüp “Türkiye ile her türlü ilişki ve işbirliğinin devam edeceği” demecine destek vermesi de enteresan.
“Türkiye, bu bölgede dostluk, güven, huzur ve istikrar taşımak için uğraşan herkesle tabiî ki işbirliği yapar; Peres’in bu açıklamalarından memnuniyet duyduk” biçiminde konuşan Gül’ün, Peres’in açıklamalarına mukabil, “Biz de çok farklı düşünmüyoruz” demesi dikkate değer…
Sahi İsrail ne zaman “dostluk, güven, huzur ve istikrar taşıyan” politikalar izledi? İsrail hükûmetinin, Davos’tan sonra Türkiye’nin ve hatta arabulucu olan Mısır, BM ve diğer ülkelerin rica ve taleplerinin aksine ve inadına, “İsrail katiyetle HAMAS’la hiçbir anlaşma imzalamayacaktır; herhangi bir anlaşma HAMAS’a meşruiyet kazandıracaktır” kararıyla. “bölgede barış ve istikrar”ın hangi ilgisi var?
Başbakan açık açık HAMAS’ın Filistin halkı tarafından seçilmiş meşru bir yönetimi ve siyasî partisi olduğunu açıklamadı mı?
Sonra İsrail hangi meselede Türkiye’nin tezlerini önemsedi ki her fırsatta İsrail’le işbirliğinin devam ettiği vurgulanıyor?
Doğrusu şu ki Başbakan peşin peşin “İsrail’le ciddî ilişkilerimiz var; devam edecek” diye hiçbir uluslar arası hukuk, siyasî ahlâk ve insanî değer tanımayan ve bile bile soykırım yapan pervâsız İsrail’i daha da cür’etlendiriyor? Neden?
İsrail’le ilişkiler Türkiye için bu kadar “hayati” ve “vazgeçilmez” mi ki Başbakan ve AKP siyasî iktidarı, İsrail’e seçim meydanlarında “veryansın” eden tavrıyla ters düşüyor? İsrail’le yapılan bütün stratejik savunma sanayii ve askerî antlaşmaları, ihâleleri devam ettirtmek peşinde; bunlardan bir veya birkaçının “iptali” bir yana, “askıya alınması”nı bile gündeme getirmiyor? Niçin?
Bütün bu sorular Ankara – Telaviv hattındaki derin fay kırılmasının açığa çıkan lâkin bir türlü anlaşılmayan istifhamları…
03.02.2009
E-Posta:
[email protected]
|