“Ergenekon iddianâmesi”nin en çarpıcı yanı, fâil-i meçhul cinâyetler, suikastlar, bombalamalar, toplumu kargaşaya sürükleyecek eylemlerin amacının “darbeye zemin hazırlamak...” olduğunu belirtmek.
Bunun içindir ki kamuoyu, demokratik sistemi devirecek ve millet irâdesini devre dışı bıraktıracak “darbe hazırlıkları”na karşı büyük bir hassasiyetle tepki gösterip destek veriyor. Ülkeyi kargaşa ve kaos ortamına iten fitnenin deşifresini, tahrik ve terörün deşifre olmasını istiyor. Darbelerden ve demokrasi kıtallerinden en azından gadrını alıyor…
Ne var ki ikibin beşyüz sayfalık “iddianâme”de de okunduğu gibi “soruşturmalar” ve “operasyonlar” yalnızca son dönemde mevcut hükümete karşı darbe hazırlıklarıyla, devletten kopan “çete ve mafya artıkları”yla sınırlı kalmakta. Darbeleri dayatan, millet irâdesinin temsilcisi Meclis’i ve siyasî partileri kapatan, Anayasayı ilga edip meşru hükûmetleri alaşağı eden yakın geçmişin ihtilâlcileri, darbelerin sağladığı “güven ortamı”nda demokrasiyi tasfiye eden “çete ve mafya bozuntuları” bir türlü hesaba çekilmemekte…
Türkiye, Cumhuriyet tarihinin ilk ve en kapsamlı ve kanlı darbesiyle orduyu da âlet ederek ülkeye ve demokrasiye kan bulaştıran 27 Mayıs darbesinin hesabını cuntacılardan sormadı. Seçilmiş iktidarı zorla görevden uzaklaştıran 12 Mart muhtırasının soruşturmasını yapmadı. Demokratik düzeni ve hukukun kıyımı olan 12 Eylül ihtilâlinin fâillerini cezalandırmadı.
Keza “irtica tehdidi” furyasıyla halkı kamplaşma ve kutuplaşamaya tabi tutan, gerginliklerle kardeş kavgasına iten bizzat dayatıcılarının ifâdesiyle “postmodern darbe” olduğu belirtilen 28 Şubat antidemokratik süreciyle hâlâ hesaplaşmadı.
“BAŞARILMIŞ” DARBELER DE
HESÂBA ÇEKİLMELİ
İlk kanlı darbenin üzerinden 49, son “postmodern darbe”nin üzerinden 12 yıl geçti. Bütün bu darbelerde ve ara dönemler öncesinde de halkı kin ve düşmanlığa sevkeden, darbeyi davet eden kaos ortamını oluşturan provokasyonlar ve toplu cinâyetler plânlandı, işlendi. Tezgâhlanan olaylarda onbinlerce insan öldürüldü. Bunlar da ne yazık ki gündeme getirilmedi…
Gelinen noktada elbette “Ergenekon operasyonu”yla ortaya çıkan hukuk dışı “oluşumlar”la, devletten kopuk “odaklaşmalar”la mücadele edilecek.
Ancak burada kalınmamalı; “Ergenekon”dan hareketle sayısız “çeteleşme” ve “mafyalaşma”nın arkasındaki iç ve dış bağlantılar mutlaka deşifre etmeli. Aksi halde salt ne idüğü bilinmeyen yabancı istihbarat servislerince istimal edilen kökü dışarıdaki “maşa”ların ve “ajanlar”ının, çoğu sahibinin sesi olan, elinde bulunduğu güce göre uyduran, her devre göre yalan ve tahrifattan çekinmeyen “itirafçı”ların yalan ve yanlışlarla muallel saptırmaları ve şaşırtmaları üzerine yürütülen operasyonlar, “soruşturmayı” saptırır. Kamuoyunun büyük beklentisini boşa çıkartmakla kalmaz; yanlış yere yönlendirir. Türkiye’nin enerjisini boşa harcatır…
Bunun içindir “başarılamamış” darbe hazırlayıcıları, sanıkları derdest edilip sorgulanırken, “başarılan” darbelerin hazırlıkları ve “hazırlayıcıları” da mutlaka hesaba çekilmeli…
TÜRKİYE BÜTÜN
DARBELERLE YÜZLEŞMELİ…
Gerçek şu ki Türkiye’de demokrasiyi katleden darbelerin dışarıdan tezgâhlandığı artık saklanmayacak bir gerçek. Toplumu tahrikle Harp Okulu öğrencilerini sokağa döken, anarşiyi azdıran 27 Mayıs’ın arkasında, 12 Mart’ın, 12 Eylül’ün, 28 Şubat’ın arkasında dış güçlerin olduğu açıkça ortada. Sistemli provokasyonlarla darbe zemini hazırlanan ve Adalet Partisi iktidarını alaşağı eden 12 Eylül darbesinin tiyatro seyreden Amerikan Başkanının kulağına “Bizim çocuklar Türkiye’de işi bitirmiş” müjdesi (!) bunun bir göstergesi.
Zira darbeye zemin oluşturmak için anarşinin azdırılmasına göz yumuldu. “Terör ve anarşi” ne yazık ki ülkeyi kaosa itmek için kullanıldı. Bizzat darbecilerin itirafıyla darbe için ortamın oluşmasına çalışıldı. 12 Mart muhtırasına ve 12 Eylül ihtilâline mâruz kalan Demirel’in ifâdesiyle, “11 Eylül günü akan kan 12 Eylül sabahı birden duruverdi.” İhtilâlden bir gün önce Ankara’da iki yüzün üzerinde bomba patlatıldı. Kızılay meydanına göz göre göre bombalar konuldu…
Keza 28 Şubat “postmodern darbe”si fitnesinin de yine dışarıdan plânlandığı, ABD ve İsrail’in çıkarlarına aykırı düşen siyasî iktidarın bu plânla düşürüldüğü, Amerika’daki “düşünce üretim merkezleri”nin “işi” olduğu, açıkça ikrar edildi, edilmekte…
Bugün Türkiye’de hâlâ 27 Mayıs’ın, 12 Mart’ın, 12 Eylül’ün, 28 Şubat’ın bilânçosu çıkarılmış değil. Hâlâ bu darbelere zemin hazırlamak ve ortamı oluşturma plânıyla yapılan provokatif eylemlerin, komploların perde arkası, darbe hazırlıklarının “iddianâmesi” hazırlanmış değil.
“Ergenekon”, “Kontgerilla”, “Susuruluk olayı” ve sözü edilen bütün çeteleşmeler ve mafyalaşmalar darbelerin ürünü. Ne var ki Türkiye’de hâlâ darbeciler yargılanmış değil; “zaman aşımı” gibi gerekçelerin arkasına sığınıp yargılanmış değil. Kısacası Türkiye hâlâ darbelerle yüzleşmiş değil. 12 Eylül darbesi lideri Evren hakkında sırf “iddianâme” hazırladığı için savcılar meslekten ihraç ediliyor. 12 Eylül’ün de, 28 Şubat’ın da darbecileri ellerini kollarını sallayarak dolaşıyorlar.
Hâlâ darbeler ve darbeciler, darbe dönemi anayasayla korunup kollanıyor. Ve AKP siyasî iktidarı, anayasa değişikliğini birçok demokratik düzenleme gibi askıya alıyor, öteliyor. Bu Türkiye’nin en büyük ayıbı…
28.01.2009
E-Posta:
[email protected]
|