"Gerçekten" haber verir 28 Ocak 2009
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formuİletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Sami CEBECİ

Gazze soykırımı ve İslâm birliği



Thedor Herzl tarafından fikrî temelleri atılan ve II. Abdülhamid Han’dan parayla satın alınmak istenilen Filistin toprakları üzerinde, İngiliz Devletinin öncülüğünde 1948 yılında İsrail Devleti kuruldu.

II. Abdülhamid Han ecdadından kalan toprakları satmayı reddetti. Bedelini de tahttan indirilerek ödedi. Çeşitli entrikalar ve lobi faaliyetleriyle kurulan İsrail Devleti, o günden bu güne Ortadoğu’ya saplanmış bir hançer gibi o bölgenin rahat ve huzurunu bozdu. Ortadoğu barışına büyük bir darbe indirdi. Amerika’nın kayıtsız şartsız desteğine dayanarak bütün dünyaya meydan okudu. Amerika’dan her yıl aldığı milyarlarca doları silâh sanayiine yatırdı. Son model teknolojik silâhlarıyla, Arap devletleriyle giriştiği savaşlarda hep zafer kazandı ve sürekli topraklarını genişletti. Dünyanın her tarafından gelen gönüllü Yahudileri bu topraklara yerleştirdi. Atom bombaları ve atom başlıklı füzeleriyle etrafına dehşet salmaya devam ediyor.

Altmış senedir Filistin halkına kan kusturarak ve katliâmlar yaparak gelen terörist devlet İsrail, 27 Aralık’ta girdiği Gazze şehrinde, Hamas Teşkilâtını bahane ederek 22 gün boyunca katliâm değil resmen bir soykırım gerçekleştirdi. 1300’den fazla kişinin ölmesine, 5000’den fazla insanın yaralanmasına ve sakat kalmasına sebep oldu. Savaş kurallarına aykırı olarak kullanılan fosfor bombalarıyla insanlık ve savaş suçu işledi. Bombardımanlarla yerle bir edilen hastaneler, okullar ve diğer binalarla birlikte Gazze şehrine iki milyar dolarlık tahribat ve zarar verdi. Değişik ülkelerden gelen insanî yardımları engelledi. Filistin’i âdetâ bir açık hava hapishanesine çevirdi. Birleşmiş Milletler bu soykırım hadisesinde çâresiz kaldı. Kınama kararını bile Amerika’nın çekimser oyuyla zorla çıkarabildi. Üç devlet dışında hiçbir devlet yaptırım uygulamadı. Türkiye bile “İsrail bizi çok üzdü” demenin ötesinde hiçbir yaptırıma yanaşmadı. Aksine “İsrail ile ilişkilerimiz sürecek” denildi. Hükümetler seviyesinde yapılan anlaşmaların iptali değil, askıya alınıp tehir edilmesi dahi söz konusu olmadı. Reel politika denilen şey hepsinin önüne geçti.

“Küfür devam eder, fakat zulüm devam etmez” kaidesince elbette İsrail’in yaptığı bu zulümler yanlarına kâr kalmayacak. Zulmen öldürdüğü insanlar şehit olup büyük mükâfatlara nâil olurken, o zulme sebep olanlar hem dünyada, hem de âhirette dehşetli cezasını çekecekler.

“Onlara zillet ve meskenet damgası vuruldu” âyetinin yorumunu Bediüzzaman şöyle yapar: “Yahudi milleti hubb-u hayat (hayat sevgisi) ve dünyaperestlikte (dünyayı sevmekte) ifrat ettikleri için, her asırda zillet ve meskenet tokadına müstehak olmuşlar. Fakat, bu Filistin meselesinde, hubb-u hayat ve dünyaperestlik hissi değil, belki enbiyâ-i Benî İsrailiyenin mezaristanı olan Filistin o eski peygamberlerin kendi milliyetlerinden bulunması cihetiyle bir cihette ehemmiyetli bir hiss-i millî ve dinî olmasından, çabuk tokat yemiyorlar. Yoksa koca Arabistan’da az bir zümre hiç dayanamayacaktı, çabuk meskenete girecekti.” (Sözler, s. 790)

Kıyamet kopmadan önce Araplar ile Yahudilerin çok şiddetli savaşlar yapacağını ve bir Yahudi taşın arkasına saklansa, taşın onu haber vereceğini, yalnız Garkad denilen bir ağacın Yahudileri saklayacağını bildiren Peygamber Efendimiz (asm) çok ilginç haberler veriyor. Böyle mecâzî anlamların kullanıldığı müteşabih hadislerin elbette hikmete uygun yorumları vardır. Bütün dünya milletlerinin lânetlemesine ve kınamasına rağmen, sadece Amerika’nın İsrail’i koruması, alınan kararları veto etmesi anlamlıdır.

Faiz ve bankalar yoluyla elde ettikleri çok büyük servetleri ve medya organlarıyla Batılı devletleri âdetâ esir alan Yahudilerin destek verdikleri İsrail, yaptıkları zulümlerinden dolayı mutlaka bir gün belâsını bulacaktır. Birkaç milyonluk İsrail’in bütün dünyaya inat bu zulümlerini devam ettirmesi düşünülemez. Olan biten bu katliâmlarda elbette Allah’ın bilmediğimiz hikmetleri vardır. Üstadın dediği gibi “Mûsibet hatanın neticesi, mükâfatın da mukaddimesidir.” Vefat edenlerin şehit, malını kaybedenlerin kayıp malları sadaka olarak kabul edildiği İslâm dinine göre, mü’minlerin kaybı yoktur. Ancak, bu zalimâne soykırım olayı, İslâm dünyasının birlik kurmasını farz kıldı. Bu meselenin ehemmiyetini yüz sene önce nazara veren Bediüzzaman Hazretleri “Bu zamanın en büyük farz vazifesi İttihad-ı İslâm’dır” der.

İslâm birliği, tek kutuplu hâle gelmiş bu günkü dünyanın dengesini sağlayacak ve dünya barışını temin edecek büyük bir yapılanmadır. Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği gibi, iç işlerinde serbest, dış işlerinde birlikte hareket eden böyle bir İslâm Birliğini her zaman daha fazla ihtiyaç var. Artık bunu gerçekleştirmenin zamanı geldi. Yüz yıllarca birbiriyle savaşmış Avrupa devletleri bunu başardıysa, İslâm ülkeleri neden başaramasın? Hutbe-i Şâmiye adlı eserinde Bediüzzaman, “İslâmiyet güneşinin tutulmasına, inkişafına ve beşeri tenvir etmesine mümanaat eden perdeler açılmaya başlamışlar. O mümanaat edenler çekilmeye başlıyorlar. 1327’de o fecrin emâreleri göründü. Yetmiş birde fecr-i sâdıkı başladı veya başlayacak. Eğer bu fecr-i kâzip de olsa, otuz-kırk sene sonra fecr-i sâdık çıkacak” der.

Gerçekten 1371’de, yani Milâdî 1951’den itibâren Batılı devletlerin sömürgesi konumundaki İslâm devletleri istiklâllerini kazanmaya başladılar. Nihayet 1962’de Cezayir bağımsızlığını ilân edip Fransız sömürgesi olmaktan kurtuldu. Bu gün itibâriyle 57 İslâm devleti bulunmaktadır. Çok uğraşlardan sonra, İslâm Konferansı Örgütünü dış işleri bakanları seviyesinde kurmayı başardılar. Devlet başkanları seviyesinde de zirve toplantılarını yapıyorlar. Ancak, demokrasi yerine krallık veya göstermelik cumhuriyetlerle idare edilen İslâm ülkeleri, İslâm Birliğini kurmakta zorlanıyorlar. Aralarında var olan ihtilâflar gerçek bir ittifakı kurmayı engelliyor. Bu engeller mutlaka aşılmalıdır.

“Bu dünya bir padişaha çok, iki padişaha az” diyen cihangir padişah Yavuz Sultan Selim “İhtilâf-u tefrika endişesi / Kuşe-i kabrimde hattâ bîkarar eyler beni / İttihatken savlet-i a’dayı def’e çâremiz / İttihat etmezse millet dağdâr eyler beni” demiştir. 1517 Ridaniye Meydan Muharebesini kazandıktan sonra, mukaddes emânetlerle birlikte hilâfeti de alıp İstanbul’a gelen Yavuz Sultan Selim, hilâfet etrafında İslâm âleminin mânevî birliğini tesis etti. Dört yüz sene boyunca hilâfet merkezliğini yürüten Osmanlı Devleti, sanki bir tesbihin imamesi gibiydi. Ne zamanki Osmanlı tarih sahnesinden silindi ve hilâfet kaldırıldı, İslâm âlemi ipi kopmuş tesbih taneleri gibi darmadağın oldu. Sembolik olarak dahi kalsa ve muhafaza edilseydi, belki İslâm devletleri bu kadar dağınık olmayabilirdi. Ancak, dünyanın gidişâtı, İttihad-ı İslâm denilen İslâm Birliğini mecbur ediyor. İç işlerinde serbest, dış işlerinde ortak hareket eden böyle bir bloğun oluşmasına, Batılı devletlerin de taraftar olması gerekir. Zira, tek kutuplu bir dünya insanlığın hayrına sonuçlar vermemiştir. Süper gücüyle dünyanın huzurunu kaçıran Amerika, kayıtsız şartsız İsrail’e verdiği destekle Ortadoğu’yu da barıştan yoksun bırakmıştır. 57 İslâm ülkesinin, İslâm Birliği mânâsında bir ittihadı olsaydı, İsrail, Gazze’de yaptığı bu soykırım zulmüne cür’et edebilir miydi?

Allah’ın rahmetinden ümit ediyoruz ki, İslâm dünyasının mâruz kaldığı bu acılar en kısa zamanda sona erecektir. Çok kararan gecelerin sabahları da çok yakın olur. Gazze’de meydana gelen bu yürek dayanmaz acılar, İslâm Birliğinin kurulmasını İnşallah hızlandıracaktır. Türkiye’ye lokomotiflik görevi düştüğü de açıktır. Daha fazla bedel ödemeye gerek kalmadan bu saadetli tablonun oluşmasını Allah’ın rahmetinden bekliyor ve duâ ediyoruz.

28.01.2009

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (21.01.2009) - Ergenekon her yerde

  (07.01.2009) - Nur mesleğinin iki mühim eseri

  (24.12.2008) - Meslek ve meşrep hassasiyeti

  (17.12.2008) - Hüsn-ü zan ve sû-i zan

  (03.12.2008) - Günah tuzakları ve kurtuluş çâreleri

  (26.11.2008) - Temel problemlerimiz ve Bediüzzaman'dan çâreler

  (19.11.2008) - Şeytan ve şerlerin yaratılış hikmetleri

  (12.11.2008) - Kabre gülerek girenler

  (05.11.2008) - Sahip çıkılan gençlik

  (29.10.2008) - Kulluğun sırrı: Duâ

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Ahmet ARICAN

  Ahmet DURSUN

  Ahmet ÖZDEMİR

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Elmira AKHMETOVA

  Fahri UTKAN

  Faruk ÇAKIR

  Fatma Nur ZENGİN

  Gökçe OK

  H. Hüseyin KEMAL

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Kadir AKBAŞ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Osman GÖKMEN

  Raşit YÜCEL

  Recep TAŞCI

  Rifat OKYAY

  Robert MİRANDA

  Ruhan ASYA

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet BAYRİ

  Saadet TOPUZ

  Sami CEBECİ

  Selim GÜNDÜZALP

  Semra ULAŞ

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Umut YAVUZ

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Ümit KIZILTEPE

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  İsmail TEZER

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT

Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır