rgenekon operasyonunda bir buçuk seneyi aşkın bir zaman dilimine yayılan dalgalarda birçok kişi gözaltına alındı ya da tutuklandı. Ama işin, Deniz Kuvvetleri eski Komutanı e. Ora. Özden Örnek’in günlükleriyle ortaya çıkan 2003-4’teki darbe girişimlerine de uzandığına dair bir işaret henüz belirmiş değil.
Gerçi operasyon kapsamında, o dönemde görev yapan üç emekli orgeneral gözaltına alındı.
Bunlardan ikisi, Şener Eruygur ve Hurşit Tolon tutuklandı. Daha sonra bu iki isim, tutuldukları cezaevinde, Genelkurmay adına, “silâh arkadaşlığından gelen vefa borcu” olarak açıklanan bir gerekçeyle, ziyaret edildi. Ardından Eruygur, arkaplanı hâlâ aydınlatılamayan bir “kaza” sonucu tahliye edildi, ama hakkındaki haberler artık “konuşamaz” hale geldiği yönünde.
Tolon da, en son Yalçın Küçük’ün “delikanlı gibi” demesine rağmen, GATA’ya sevk edildi.
Tuncer Kılınç ise tutuklanmadan bırakıldı.
Daha alt kademedeki generallerden, aylar süren firarın ardından “âcil ameliyatı gereken bir prostat kanseri ve kalp hastası” olarak yakalanıp günlerdir yoğun bakımda olan, Eruygur’un sağ kolu Levent Ersöz’ün durumu da parlak değil.
(Aynı Ersöz’ün, “kudretli” günlerinde yargı kararlarını dahi beklemeden Kur’ân kursu binası yıkmak ve Nur talebeleri başta olmak üzere dindarlarla özel olarak uğraşmak gibi icraatlara imza attığına dair haberler hatırlandığında, bu tablo daha düşündürücü ve ibretli bir hal alıyor.)
Ersöz’ün kızının, babasına üzülerek intihar girişiminde bulunması, işi daha trajik hale getirdi.
Bu olayın, hakkında çok vahim iddialar seslendirilen, ama buna rağmen Sezer döneminde devlet madalyasıyla ödüllendirilen e. Albay Kırca’nın intiharıyla eşzamanlı olarak gerçekleşmesi, dikkatleri çeken bir başka ilginç noktaydı.
Kırca’nın cenazesine komutanların tam kadro katılması ve aynı gün Genelkurmay’ın “Yargısız infaz yapılmasın” açıklamasında bulunması da.
Keza yine Kırca’nın cenazesinde komutanların Tuncer Kılınç’a selâm durmaları ve öncesinde, gözaltının hemen ardından, eşlerinin Bayan Kılınç’a tam kadro destek ziyaretine gitmeleri de.
Bu hengâmede, Genelkurmay’ın “yargısız infaz” ikazının bilâhare Cumhurbaşkanı ve Başbakan tarafından tekrarlanması ve Köşkteki erkler buluşmasından “hukuka saygı ve özellikle usule dikkat” uyarısı çıkması, tabloyu tamamlıyor.
Gerçi bu mesajın son Ergenekon gözaltılarıyla irtibatlandırılmasına Çankaya “Yemekte Ergenekon konuşulmadı, olur mu öyle şey?” gibisinden bir tepki gösterdi, ama durum ortada.
Bunların, bilhassa “üst düzey devlet görevleri”nde bulunmuş kişilerin evlerinin basılıp karga tulumba gözaltına alınmalarından ve bunlardan Gürüz’ün polis aracına bindirilirken başına bastırılmasından duyulan rahatsızlığın açığa vurulmasını takiben yaşanması ne anlama geliyor?
Bunlar, Ergenekon operasyonunda nerelere doğru gidilmekte olduğunun ilginç işaretleri.
Soruşturmanın 2003-4’ten itibaren hazırlığı yapılan darbe girişimlerine uzanacağına dair bir sinyal ise henüz ortaya çıkmış değil. Oysa konunun asıl üzerine gidilmesi gereken noktası bu ve darbe planları aydınlatılıp hesabı sorulmadığı müddetçe operasyon eksik kalmaya mahkûm.
Ve gelelim es geçilen esas meseleye.
Türkiye yakın tarihte yaşanan ve muhtemelen hâlâ devam eden darbe girişimlerinin dahi hesabını sormakta zorlanıyorsa, bunun sebebi, Aydın Menderes’in ifadesiyle, 27 Mayıs’tan beri darbe ürünü bir ara rejimden çıkamamış olması.
12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat, bu ara rejimi tahkim edip daha da pekiştiren ilâve hamleler.
Yarım asırdır, aradaki müdahalelerle tahkim edilmiş bir darbe düzeninde yaşayan, darbelerin hiçbiriyle hesaplaşamayan ve darbe girişimlerinin de üzerine gidemeyen bir Türkiye’nin, bu durumu aşmadan, Ergenekon’lara karşı vereceği mücadelede başarılı olabilmesi mümkün mü?
28.01.2009
E-Posta:
[email protected]
|