“Ergenekon soruşturması”ndaki en önemli hususlardan biri, Türkiye’de bazı mihrakların hukuku çiğneyip demokrasiyi katletmesi. Terör, suikastlar, fâil-i meçhul cinâyetlerle toplumu kavga ve kargaşaya sürükleyerek ülkeyi istikrarsızlaştırması. Kaos ortamı oluşturarak demokrasi dışı dayatmaların önünü açması.
Hadiselere ve çeşitli maksatlarla çarpışan dahilî ve hâricî cereyanlara “İslâmiyet, vatan ve millet hesâbına” bakan Bediüzzaman’ın tespitiyle, “hâriçteki düşmanların parmak karıştırmalarına tam zemin hazırlaması. Asâyiş ve emniyeti bozup ihtilâl tohumlarının bu mübârek memleket-i İslâmiyeye ekilmesine yol verilmesi...”
Siyasî manipülasyonlar, toplumu tepeden tanzim eden sosyal mühendislik olayları, en son 28 Şubat “postmodern darbe” süreci anaforundaki “irtica tehdidi” tertipleri, tepeden inme “ideolojik devlet” dayatmaları, masonik mahfillerin “resmî ideoloji”yi istimalleriyle farklılıkları körüklemesiyle ülkeyi dıştan gelen ifsadlara karşı kırılgan hale getirilmesi… Kısacası ahlakî, içtimaî ve mânevî değerleri dejenereyle, “ittifaksızlıktan gelen zaafiyet ve kuvvetsizlik sebebiyle ecnebinin politikasına” mecbur etmesi. (Emirdağ Lâhikası, 329)
Kökü beynelmilel finans ve fitne merkezlerinden beslenen, “renkli devrimler”le toplumları içten çökerten, “özgürleştirme” adına küresel ifsad komitelerinin ve menfaat şebekelerinin çıkarlarına iliştirilmiş işbirlikçileri kanalıyla, medyatik yönlendirmelerle sosyal buhranlarla, siyasî bunalımlarla iç savaşa iten projeleri bu amaca hizmet ediyor.
Tahriklerle “laik-antilaik”, “Kürt - Türk”, “Alevî - Sünnî” benzeri farklılıkları kaşıma; “mahalle baskısı” uydurmasıyla toplumdaki ihtilâf noktalarını ajite edip fay hatlarını hareketlendirme “faaliyetleri” ve asimetrik tahrikleri bunun için…
KUTUPLAŞMAYLA KAVGA VE
TEFRİKAYA SÜRÜKLEMEK…
Aslında bu tuzak bütün ara dönem ve darbelerin bildirilerinde bir bir okunmakta. Ucu ecnebi emperyalistlere uzanan şebekelerin ülke içinde bir dizi silâhlı ve bombalı eylemlerle etnik, mezhebî, bölgesel ayırımlarla halkı kamplaştırıp kutuplaştırarak karşılıklı kışkırtmalarla tefrikaya ve çatışmaya sürüklemek olduğu, bütün “darbe günlükleri”nde görülmekte.
Bediüzzaman’ın İkinci Dünya Savaşını Kur’ân’ın tefsir ve işâretiyle tahlilde, Osmanlıyı ortadan kaldırmaya uğraşan ve Anadolu’yu işgal eden “Avrupa zâlim hükûmetlerinin zulümleriyle, Sevr Muâhedesiyle âlem-i İslâma ve merkez-i hilâfete ettikleri ihânet”in aynısı, ne yazık ki her fırsatta aynı “zâlimler”in sinsî siyasî oyunlarıyla Osmanlı’nın mirâsını taşıyan bu vatana ve millete ediliyor. (Kastamonu Lâhikası, 17)
Soğuk savaş sonrası insanlığın mânen tefessühünü hedefleyen komünizme ve Sovyet istilâsına karşı hür dünyanın kurduğu NATO’nun temel kuruluş amacından sapıp “ikinci bozuk Avrupa” anlamında “sefâhet ve dalâlette bozulmuş ve İsevî dininden uzaklaşmış Deccal gibi tek gözü taşıyan kör ve karanlık dehâsı ile” her şeyi kendi menfaatine fedâ eden inkârcı ve çıkarcı Batı felsefesinin girdabına girdiği görülmekte. (Lem’âlar, 167- 172)
Bu vaziyetiyle “çürük ve esassız esaslar”la insanlığı felâkete duçar eden “süper güç”ün emrinde bir “süper NATO”ya dönüşerek, Amerikan hegemonyasına, “küresel güç” ve “uluslararası sermaye”nin çıkarlarına bir “hizmet eri” haline getirilmek istendiği bir vakıa. Bu yüzden Afganistan ve Irak’ta olduğu gibi “dünyada emsâli vuku bulmayan gaddarâne bir zulüm hesâbına, binlerce, milyonlarca mâsumların kanlarını heder ediyor.” İşgal ettiği ülkelerde “hiçbir kânun-u adâlete ve insaniyete ve hiçbir düstur-u hakîkate ve hukuka^” saygı göstermiyor. ABD’nin destekçisi olduğu İsrail’in son Gazze katliamında yaptığı gibi “bir iki düşman askeri bulunmak bahanesiyle bombalarla onları mahvediyor. (Kastamonu Lâhikası, 160-161)
Bu “menhus maksat”la NATO’nun Güneydoğu kanadını korumuş orduyu istimal teşebbüsünün her demokrasiye müdahâlede olduğu gibi yeniden tekrarlanmak istendiği gün geçtikçe daha bâriz bir biçimde su yüzüne çıkıyor…
HUKUK DIŞINA TAŞAN “ODAK”
VE “ARTIKLARI” TASFİYE…
Bundandır ki “Ergenekon iddianâmesi”nde, “cebir ve şiddet kullanarak, güvenlik güçlerini itaatsizliğe sevk etmek, patlayıcı madde bulundurmak ve azmettirmek, devlet otoritesini zaafa uğratmak, halkı kin ve düşmanlıkla isyana teşvikle kamu düzenini bozmak”la “darbe hazırlığını” amaçlayan eylemlerden sözediliyor…
Keza operasyonlar ve kazılarda ortaya çıkan silâhlar ve mühimmat, zamanla mafyalaşan, çeteleşen kanun dışı yapılanmaların ve menfaat şebekelerinin dehşetini deşifre ediyor. Tıpkı İtalya’da ve hatta bütün NATO üyesi ülkelerde olduğu gibi, düşmana karşı “gerilla savaşı” ve “gayr-ı nizamî harp”tan kalma “kırıntıları” ve “odaklaşmalar”ı açığa çıkarıyor. “Terörle mücadele”den kalma demokratik kontrol ve hukuk haricine çıkan bir kısmı yabancı kaynaklı “artıklar”ın aslî vazife ve işlevlerinin dışına taşarak, çoğu “yabancı servisler”de hazırlanan sözkonusu eylem plânlarını geçekleştirdikleri görülüyor…
Devletin bazı kurumları ve kişilerinin “terörle mücadele” ve benzerî “görevleri” istismarla hukukun dışına çıktıkları kimsenin inkâr edemeyeceği bir gerçek. Genel anlamıyla “Ergenekon örgütlenmesi” de bu, “Susurluk olayı” da bu, “Kontrgerilla” dedikleri de bu…
Bununla demokrasi ve hukuk adına sonuna kadar mücadele edilmeli. “Ergenekon yıkıntısı” altında çıkan ve çoğu daha yeni konulduğu belirtilen “gıcır gıcır silâhların ve el bombalarının” kime ait olduğu seri numaraları ve diğer delillerden hareketle ortaya çıkarılmalı. Türkiye yerli - yabancı her türlü “gladyo ” ve “mafya” enkazından mutlaka temizlenmeli.
Bu durumda yapılacak olan, meşruiyetten kopan topyekûn “oluşumları” ve “odakları” gecikmeden tespit edip tasfiye etmek, demokrasi ve hukuk dışı “ayrıkları” ve “artıkları” hukukun içinde kalarak ayıklamaktır.
Ve “Ergenekon soruşturması”nın sonuca ulaşması için sulandırılmasına, saptırılmasına ve savsaklanmasına fırsat verdirmemektir…
27.01.2009
E-Posta:
[email protected]
|