“Ergenekon iddianâmesi”nin en çok tartışılan handikapı, “olmamış darbe” hazırlıklarını hesâba çekerken “dayatılmış darbeleri” teğet geçmesi. Başarısız darbe teşebbüslerini soruştururken, “başarılmış”, suçu sabit olmuş darbeleri, darbecileri ve darbe hazırlıklarını yargılamaması…
Bu çelişkiler yumağı içindeki kırılganlık, “dava”nın her tarafına sinmiş. Bu sebeple Silivri’deki mahkemede bir sanık açık açık, “olmayan darbeler yargılanıyor” diyerek asıl olan darbelerin yargılanmadığını “ihbar” ediyor…
Gerçek şu ki darbeleri ve darbecileri koruyan “12 Eylül Anayasası” hâlâ yürürlükte. Yıllar sonra dibâcesinde, darbecilerin darbeyi “Türk milleti adına, koruma ve kollama göreviyle yaptığı” cümlesi çıkarıldı; lâkin darbenin “Atatürk’ün belirlediği milliyetçilik anlayışı ve onun ilke ve inkılâpları doğrultusunda yapıldığı” hâlâ duruyor. Böylece darbenin “ilke ve inkılâplar” adına dayatıldığı garâbeti, demokratik sistemin içine bir hançer gibi saplanmış; demokratik sistemi kanatıyor.
Millet irâdesinin temsilcisi Meclisi lağveden, meşrû hükümeti deviren, demokratik sistemi rafa kaldıran 12 Eylül darbesinin “Türk milletinin çağrısıyla gerçekleştirildiği” uydurması da daha önceki iktidarlar döneminde çıkarılmıştı. Ancak “hiçbir düşünce ve mülâhazanın (…) Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılâpları ve medeniyetçiliğinin karşısında koruma göremeyeceği” kaydıyla daha baştan anayasa ve demokratik sistemi kelepçelemiş…
DARBECİLER HÂLÂ KORUNUYOR
Keza 27 Mayıs kanlı ihtilâlinin ardından “millet irâdesine karşı tedbir” olarak Anayasaya sokulan, “egemenliğin yetkili organlar eliyle kullanılması” sapması, 12 Eylül Anayasası’nda aynen korunmuş. 7. maddedeki “Yasama yetkisi Türk milleti adına TBMM’nindir; bu yetki devredilemez” ibâresinin öncesinde, 6. maddede “egemenlik kayıtsız ve şartsız milletindir” denildikten sonra, “Türk milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır” kaydı konulmuş…
Ve üzerinden 29 yıl geçtiği halde hâlen değiştirilmeyen 12 Eylül ihtilâli Anayasasının geçici 15. maddesinde darbe ve darbecilerin açıkça koruma ve kollanma altına alınması devam ediyor.
“12 Eylül darbesi döneminde çıkarılan kanunların, kanun hükmündeki kararnâmelerin ve tasarrufların anayasaya aykırılığı iddia edilemeyeceği” hükmü, yine önceki dönemlerde metninden ayıklanmıştı.
Ne var ki “12 Eylül 1980 tarihinden ilk genel seçimler sonucu toplanacak Türkiye Büyük Millet Meclisinin Başkanlık Divanı oluşturuncaya kadar geçecek süre içinde, yasama ve yürütme yetkilerini Türk milleti adına kullanan Millî Güvenlik Konseyinin, bu Konseyin yönetimi döneminde kurulmuş hükûmetlerin ve Danışma Meclisinin her türlü karar ve tasarruflarından dolayı haklarında cezaî, malî veya hukukî sorumluluk iddiası ileri sürülemez ve bu maksatla herhangi bir yargı merciine başvurulamaz” ibaresiyle, darbe ve darbecilerin korunması ve kollanması vazifesi sürüyor.
Böylece darbe döneminin “her türlü karar ve tasarrufları”nın yanısıra, “karar alanlar, tasarrufta bulunanlar ve uygulayanlar”ın cezaî, malî veya hukukî sorumlulukla yargılanmayacakları, açık bir biçimde güvence altına alınmış. .
Dünyanın hiçbir yerinde rastlanmayacak şekilde demokrasiyi katleden darbeciler ve onların adına iş görenlere “ayrıcalık tanınarak” kanunlar karşısında korunuyorlar.
YAPILAN DARBELER DE YARGILANMALI
Gerçek şu ki siyasî iktidar baştan beri her fırsatta “demokratikleşme” vaadini yeniliyor. Ne var ki seçim bildirgesinde, hükûmet programında ve “âcil eylem plânı”nda söz verilen, Katılım Ortaklığı Belgesinde ve “ulusal program”da AB’ye taahhüd edilen başta “YÖK’ün düzeltilmesi”yle eğitimin demokratikleşmesi, yargı reformu, siyasî partiler ve seçim kanunun değiştirilmesiyle siyasetin demokratikleşmesi benzeri düzenlemelerin hiçbirine el atılamadı. “Yeni sivil demokratik anayasa”yı ve demokratik reformları büyük bir iddia ile ortaya atan AKP hükûmeti, çok geçmeden “başörtüsü” ve “zorunlu din dersleri” tartışmaları ortasında iddiasını geri çekti. Bizzat Başbakan Yardımcısı ve hükûmet sözcüsünün ifâdesiyle “yeni anayasa” rafa kaldırıldı. Darbe suçunun zaman aşımı 20 yıl olarak belirtiliyor. Ancak darbelere açılan davaların 12 Eylül darbesi ve darbecileri hakkında dava açtığı için meslekten ihraç edilen Adana eski Cumhuriyet Savcısı Sacit Kayasu’nun düzenlediği iddianâme, AİHM’de açtığı ve kazandığı dava ile bu süreye 10 yıl eklendiğine göre, “zaman aşımı” süresinı 2000 yılından Eylül 2010’a kadar uzamış oluyor.
Bundandır ki bazılarının iddia ettiği gibi darbecilerin yargılanmasını“mürûr-u zaman” değil, hâlen 12 Eylül Anayasasının Geçici 15. maddesi engelliyor.
Bu hususta da altı yıldır hiçbir çaba sarfetmeyen, darbeleri ve darbecileri yargılamayı engelleyen “anayasa maddesi”ni kaldırmayı gündeme dahi getirmeyen AKP siyasî iktidarı, “demokratikleşme”yi âdeta “Ergenekon davası”yla mahkemeye havale etmiş.
Bu yüzden, son dönemde “hükûmeti devirmek” için “darbe ortamı hazırlamak”la suçlanan sanıklar yargılanırken, kendi itiraflarıyla “darbe ortamının olgunlaşması için” ülkede çeşitli provokasyonlarla, fâil-i meçhul cinâyetlerle, etnik, mezhebî ve ideolojik tahrik ve bombalama eylemleriyle kargaşa ve kaos ortamı meydana getirdikleri sabit olan ve demokrasiyi katleden darbeleri yapanlar yargılanmıyorlar… 12 Eylül darbecileri, 28 Şubat “postmodern darbe”nin failleri, irâdesini gasbettikleri milletle alay edercesine ellerini kollarını sallaya sallaya ortalıkta dolaşıyorlar.
Bütün darbe hazırlıkları elbette yargılanmalı. Ancak her şeyi de “Ergenekon davası”na bırakmamalı. AKP iktidarı, “yeni anayasa”yı ve birçok demokratik reformu askıya aldı; hiç olmazsa “Ergenekon yargılaması” sürecinde Anayasada darbecilerin yargılanmasını engelleyen ayrıkları ayıklamalı…
Millet bunun için büyük çoğunlukla irâdesini emânet edip iktidar yaptı; demokratik samimiyet bunu gerektiriyor…
29.01.2009
E-Posta:
[email protected]
|