Çoğumuzun nefsi, tenkitlerden hoşlanmaz. Kusurlarımızı dile getiren insanlara çoğu zaman tepki gösteririz. Hatta kibarca, gayet mülâyimane bir şekilde yanlışlarımızı söyleyen dostlarımıza dahi kızarız. Söylenenler doğru da olsa, şiddetle reddeder, avukat gibi kendimizi savunur, hatta biz de onun hata ve kusurlarını gündeme getirerek mukabelede bulunuruz.
Diğer taraftan bizi beğenen, bize iltifatta bulunan insanlara özel bir ilgi gösteririz. Bizi takdir eden, tebrik eden, alkışlayan insanları gerçek bir dost bilir, bağrımıza basarız. Her söylediğimize “evet” diyen, hiçbir düşüncemize “hayır” demeyen, yanlışlarımızı bildiği halde suskun kalmayı tercih eden, her söylediğimize kafa sallayarak aynı düşüncede olduğunu ima eden çevremizdeki böylesi insanlar daha çok hoşumuza gider ve bu fıtrattaki insanlara daha yakın durur, onlarla daha kolay dost oluruz.
Bencil olan nefsimiz böyle istiyor, böyle yaklaşımlardan hoşlanıyor çünkü. Fakat doğru olan nedir? Hak ve hakikat ne diyor? Böyle olursa doğru olanı nasıl bulacağız? Yanlış ile doğruyu, iyi ile kötüyü birbirinden nasıl tefrik edeceğiz? Hatalarımızı, kusurlarımızı nasıl düzelteceğiz? Doğru zannettiğimiz yanlışlarımızdan ne zaman vazgeçeceğiz? Ülfet veya alışkanlık diye ısrarla tekrarladığımız söz ve davranışlarımızı nasıl terk edeceğiz?
Elbette uluorta, rastgele tenkitler yapılmamalı. Ard niyetli, tahkir maksatlı tenkitlerden elbette kaçınılmalı. İncitici, rencide edici tenkitlerden şiddetle uzak durmalı. Ucuz, faydasız olmanın ötesinde, zararı muhtemel tenkitlere de yönelmemeli. Alerji oluşturacak, tepki doğuracak tenkitlerden de uzak durmalı. Aynı dâvâ etrafında, aynı hedefe birlikte yürüdüğümüz dostlarımızı da tenkit etmekten vazgeçmeli.
Ancak “Boynumuzda bir akrep bulunsa, ısırmadan atılsa, nasıl memnun oluruz...” diyor Bediüzzaman. Hatalarımızı, kusurlarımızı bize söyleyenlerin, vartalarımızdan, yanlışlıklarımızdan bizi haberdar edip uyarıda bulunanların gerçek dost olduklarını, onlara teşekkür borçlu olduğumuzu açık bir dille ifade etmemiz gerekir. Samimiyetlerine inandığımız, niyetlerine itimat ettiğimiz dostlarımızın bu meyandaki ikaz ve uyarıları nefsimizin hoşuna gitmese de, bunları “Dost acı söyler” kabilinden kabul edip teşekkür etmeliyiz.
Gönlümüzü hoş tutmak, gözümüze girmek niyetiyle veya daha başka niyetlerle bizimle hep aynı fikirde olduğunu tekrarlayandan ziyade hatırımız kırılsa dahi, rencide olsak bile, hiç çekinmeden bize hep doğru olanı söyleyen, hak ve hakikatı haykıran dostları tercih etmeliyiz.
Hak ve hakikatlere dayanan, hakkın hatırını âlî tutmak niyetiyle söylenen tenkit, uyarı ve ikazlara açık olmalı, bu yöndeki telkin ve tavsiyelere kulak vermeli. Ayrıca iddiâ edilen kusur ve hatalarımız, şahsî olmaktan öteye kudsî dâvâmızı alâkadar eden, bir câmiâyı ilgilendiren meseleler ise, bu noktada daha bir duyarlı, daha bir dikkatli olmakta zaruret var. Çünkü şahsî kusurlarımızdan dolayı mânevî değerlerimiz ve ulvi dâvâmız bir zarar görecek ise, basit de olsa bazı ihmâllerimizden veya yanlışlarımızdan dolayı mensubu bulunduğumuz camianın zarardide olması ihtimali varsa; bu konudaki tenkit ve ikazlara kulak vermek de önemli bir zaruret arz eder. Söz konusu olan, kudsî bir dâvânın şerefi ve sâlimen devamı ise, bu dâvâ mensuplarının her türlü feragati ve fedakârlığı göstermeleri elzemdir.
Haklı veya haksız oluşumuzu hiç hesaba katmadan şahsımıza yönelik her türlü tenkidi, tezyifi, tahkiri sineye çekme kemâlâtını göze almalı. Madem tek başımıza değil, fedakâr dostlarla beraber bu kudsî dâvâya baş koyduk. Öyle ise bu yolda samimî dostların bize yönelik tavsiye ve tenkitlerini, hizmetlerimiz açısından hayırlı birer uyarı kabul edip öylece değerlendirmeliyiz. Her insan, her zaman kendi hata ve kusurlarını göremeyebilir. Çoğumuz söylediklerimizin ve yaptıklarımızın genelde doğruluğuna inanırız. Bazen de iyilik niyetiyle kötülük yaptığımızın farkına dahi varmayız. Böylece habire yanlışta devam ederiz. İşte tam da bu noktada samimî dostların ikaz ve uyarılarına ihtiyacımız vardır.
01.02.2009
E-Posta:
[email protected]
|