Yazılarımızın hemen tamamı, muhtelif internet sitelerinde de iktibasen yayınlanıyor. Arama motorlarını kullanarak, sizlerin de bunu açıkça görmesi mümkün.
Bazıları "Olabilir. Normal bir durum. Ne var ki bunda?", vesâire diyebilir.
Bu tarz işlerle meşgul olanlar gayet iyi bilir ki, değişik web siteleri tarafından yapılan bu iktibas meselesinin devamı ve dahası vardır.
Buna birkaç nokta ile açıklık getirmeye çalışalım...
1) Yazılarımızı aynen olduğu gibi iktibas edenler olduğu gibi, kısmen, ya da yazının sadece işine geldiği kısmını iktibas edenler de var.
2) Yazılarımızı, ayrıca yazarının imzasını ve gazetenin ismini hiç zikretmeden de iktibas edenler var. (Bu hususu bir web sitesi moderatörüne hatırlattığımızda, bize aynen şu karşılığı verdi: "Ben sırf hizmet olsun diye yazınızı iktibas etmiştim. Dolayısıyla, sizin imzanızı ve Yeni Asya'nın ismini ayrıca zikretme gereğini duymadım. Madem ki bu usûlü doğru bulmuyorsunuz, o halde ben de sizin yazınızı çıkarıp atıyorum.")
Doğrusu, bu tarz bir anlayışla, dürüst, âdil, hak ve hukuka dayalı bir hizmetin yapılabileceğine bir türlü kanaat getiremiyorum.
3) Web sitelerince iktibas edilen yazılarımızın önemli bir kısmı, ayrıca takdire, tenkide ve yoruma açık tutuluyor. Herkesin bilmesini isteriz ki, biz bundan müşteki değiliz ve yapılan tenkitlerden de asla gocunmuyoruz.
Yeter ki, tenkitler garazla değil, hak namına yapılsın. Yeter ki, tenkit ve yorum adı altında akıl ve mantık ölçüleri berhava edilmesin. Yeter ki, eleştiri ayağına salya–sümük küfür ve hakaretler edilmesin...
Maalesef, bilhassa son günlerde bu tarz seviyesizliklerin adedi çoğalmaya başladı. Bunlardan bir–iki tanesini misâl olarak zikretmekte fayda var.
Muhakeme melekesi nerede?
Şeflik devrinin yalancı ve yaranmacı gazetelerini okumadığı ve diktanın borazanlığını yapan tek kanallı radyosunu dinlemediği için, "Said Nursî, M. Kemal hakkında yanıldı" yavesini yumurtlayan zerzevata verdiğimiz bir cevabî yazıda, ayrıca şu hususu hatırlatmışız: "...Üstad Bediüzzaman, Kur'ân'ın feyziyle ve Resûl–i Ekrem'in (asm) tâlimiyle, (şeflik devrinde) gizli–açık yaşanan gelişmelerden aslında haberdardır."
Yazımızı gûyâ tenkit etmeye çalışan "beyazay" grubundan bir kişi, son olarak gelip yukarıdaki ifadeye takılıyor ve sıraladığı tenkit maddelerinin başına şu münasebetsiz sözleri yerleştiriyor: "Said Nursî vahiy mi almıştır? Yoksa, özel bir casusluk şebekesinin başında mıdır?"
Beyeh, muhakeme melekesesini yitirmiş kişi! Sen "Kur'ân'ın feyzinin, Resûlullah'ın (asm) tâlim ve terbiyesinin" ne mânâya geldiğini bilmiyorsan, bunları vahiy ile karıştırma garabetini sergilemekle de kalmayıp, ayrıca casusluk gibi şeylerle zihnini bulandırıyorsan, bunda bizim suçumuz ne? Esasında, tam da şeflik devrinin zihniyetini yansıtmışsın. Zira, o dönemde açılan mahkemelerde de benzer komiklikler sergilenmiş, benzer şüpheler ortaya atılmış, ancak ellerindeki bütün imkânlara rağmen, dünyalık bir tek delil bulamamışlardır. 1948'deki Afyon Ağır Ceza Mahkemesinin kayıtlarına bakabilirsiniz.
* * *
Yakın tarihe dair yazılarımıza gelen bir başka tenkit yağmuruna ise, "korlervadisi" isimli grubun sitesinde yakalandık.
Aslında, bu grubun üyelerinin çoğu bizi tenkit falan etmiyor; düpedüz küfür ve hakaret yağdırıyor. Biz ise, o küfür ve hakaret dolu sözlerini burada zikretmeyerek kendilerine aynen iade ettiğimizi ifade etmekle yetiniyoruz.
Şuna emin olunuz ki: Bu kimseler "Yakın tarih mahkemesi" serisinde dile getirdiğimiz tek parti devrine dair "Dine müdahale, dindara baskı" ile "Kahramanlar niçin dışlandı?" başlıklı yazılarımıza ilmî, fikrî ve mantıkî mânâda herhangi bir eleştiri getirmiyorlar. Ekseriyetle tekrarladıkları ve hemen bütün söylediklerinin ortak bileşkesini yansıtan yegâne şey, şu bayat ve bayağı sözlerdir: "Seni gidi Atatürk düşmanı. Seni gidi vatan haini..."
Doğrusu, bu gibi kimseleri muhatap alarak onlara ilmî–mantıkî cevaplar vermeyi değil, hiç tevil dahi götürmeyen bu tür zırvalarını tutup doğrudan çöp kutusuna atmayı daha münasip görmekteyiz.
Tarihin yorumu 31 Ocak 1914
Recaizade Mahmud Ekrem
Tanzimat döneminin güçlü yazar, şair ve romancılarından olan Recaizade Mahmud Ekrem, 31 Ocak 1914'te vefat etti.
Ercüment Ekrem Talu'nun babası ve günümüz gazeteci–yazarlarından Umur Talu'nun büyük dedesi olan Recaizade, vefat ettiği esnada Osmanlı Ayan Meclisi üyesiydi.
Recaizade Ekrem, fikir ve edebiyat sahasında meşhûr Namık Kemal ile aynı paralelde hareket ediyordu. Aralarında fevkalâde samimî bir irtibat ve yakınlık vardı. Bu sebepten olacak ki, Namık Kemal, oğlu Ali Ekrem'e (Bolayır) onun ismini vermişti.
Recaizade, Namık Kemal'le tanıştıktan sonra edebiyat dünyasına adım attığı gibi, onun Fransa'ya gitmesi üzerine ise, birlikte neşrettikleri Tasvir–i Efkâr gazetesinin idaresine geçti. Bilâhare, kendisi de birçok şair ve yazara öncülük etme gayretini gösterdi.
"Çok Bilen Çok Yanılır" isimli tiyatro oyunu, "Araba Sevdası" isimli roman kitabı, "Zemzeme" ve "Tefekkür" gibi manzum eserlere imza atan Recaizade, II. Meşrûtiyetin ilânından sonra siyasete girdi ve 1908'de kurulan Kâmil Paşa kabinesinde Maarif Nazırı oldu. Vefat ettiğinde ise, Ayan Meclisi'nde—bugünkü tâbirle—senatör konumunda idi.
31.01.2009
E-Posta:
[email protected]
|