“Öyle bir günün azabından korkun ki, o gün hiç kimse kimsenin cezasını hiçbir şekilde kaldıramaz, ödeyemez, yüklenemez, kimseden şefaat kabul olunmaz, kimseden bir fidye alınmaz; onlar hiç kimseden yardım da görmezler.”
Bakara Sûresi’nin 48. âyetinde böyle buyuruyor Rabbimiz.
Kalpte Allah’a ve âhiret gününe iman kökleşmişse, bu dünyada olmasa bile Âlemlerin Rabbinin huzurunda bütün yaptıklarından sorguya çekileceğine, yargılanacağına inanan bir insan nasıl kendine çekidüzen vermez, davranışlarını kontrol altına almaz? Hele hele âyette de belirtildiği gibi hiç kimsenin cezasını hiçbir şekilde kaldıramayacağı, ödeyemeyeceği, yüklenemeyeceği, kimseden şefaat kabul olunmayacağı, kimseden bir fidye alınmayacağı, hiç kimseden yardım görülmeyeceği bir güne inanıyorsa…
İşte bu inanç sahiplerine Allah Resûlü (asm) şöyle sesleniyor: “Kim birinin namusuna veya malına zulmetmişse, dinar ve dirhemin bulunmayacağı o günden [Kıyamet Gününden] önce o kimse ile helâlleşsin. Eğer bu zulmü yapanın salih ameli varsa, zulüm yaptığı miktarda sevaplarından alınır. Eğer yoksa zulmettiği kimsenin günahlarından alınıp ona yükletilir.”1
Bütün mesele inancın kalplere hükmetmesi meselesi. Kanun, polis bir noktaya kadar insanı dizginler. Kanunun, polisin olmadığı yerde kişiyi suç işlemekten nasıl alıkoyacaksınız?
İşte bu noktada inanç devreye girer. “Beni her yerde hâzır nâzır, her şeyi bilen, gören Allah görmekte, Kirâmen Kâtibin isimli melekleriyle iyilik ve kötülüklerimi kaydettirmekte. Gün gelecek bütün yaptıklarımın hesabını vereceğim. Başıboş ve sorumsuz olamam” diye düşünen, yaptıklarının yanına kâr kalmayacağını bilen insan kolay kolay hak hukuk çiğneyemez, kimseye zulmedemez.
Evet, kendini İslâmın potasında eriten bir mü’minin haksızlık yapması, zulme girmesi söz konusu olamaz. Çünkü Allah Resûlü (asm), “Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona haksızlık yapmaz, tehlikeye atmaz, tehlikeli bir durumla karşılaştığında da yalnız bırakmaz”2 buyuruyor. Ama inançlar kaybolur veya zayıflayıp etkisiz hâle gelirse insanın yapamayacağı kötülük olamaz.
Demek inancın yerini başka şeylerle doldurmak mümkün değil.
Dipnotlar:
1- Buhârî, Mezalim: 10.
2- Buhârî, Mezalim: 3; Müslim, Birr: 58; Ebû Davud, Edeb: 38; Tirmizî, Birr: 19.
31.01.2009
E-Posta:
[email protected]
|