"Gerçekten" haber verir 31 Ocak 2009
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formuİletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Dizi Yazı

A. LEVENT ERTEKİN

İzmir’in ruh ikizi

Sebebini bilmediğim ama ismi geçince beni hep heyecanlandıran ve ruhumda kasırgalar oluşturan suyun öte yanındaki şehirlerden biridir Selanik. Tıpkı Kavala, Plevne, Varna, Budapeşte, Saraybosna gibi… Ne zaman bir Rumeli Türküsü dinlesem dalar giderim uzaklara, çok uzaklara… Orhan Gazi’nin oğlu Murat Han’a hedef gösterdiği Balkanlar son yüzyılımızın çilesidir cihan imparatorluğunun.. Orada hazin öyküler, orada gözyaşı, orada hasret, orada çekilen acıların kara kutusu vardır. Üç milyon insanını Balkanlardaki Slav milliyetçiliğinin azdırdığı ülkelerin vahşice insafına terk ettiğimiz, yollarda tehcir ve yok etmenin en acımasızını yaşayan, tarihe kayıt düşülmesine medeni Avrupa’nın seyirci kaldığı kurban edilen Efendi milletin evlâtlarının kaderidir bu kara kutudakiler.

Balkanlardaki 5 milyon insanını açlık ve salgın ile kaybetmiş milletin kaderi benim hep hicran ve hüzünle adı her geçtiğinde yüreğimin bir yerini sızlatır dururdu. Belki de rahmetli dedemin anlattıkları acı dolu yaşanmış hikâyelerdir. Ama Kavala’nın, Selanik’in benim dünyamdaki yeri birazda ninemin Kavala, dedemin Selanik’in köyü Langazalı olmasıydı. Bugün her ikisi de rahmetli olan dedem ve ninem Balkanların fethine müteakip oraya Konya Karaman beyliğinden yerleştirilen evlâd-ı fatihandandı. Balkanlardaki yüzyılın başındaki kaos ve karışıklıkta Langaza’da çiftliği olan dedemin babasını kendi çiftliğinde Yunan çeteleri öldürünce iki yaşında dedem, abileriyle birlikte her şeylerini bırakarak Tire’ye geliyorlar.

Selanik ve Kavala’nın adı geçtiğinde her ikisinin hüzünlendiğine, gözyaşlarını göstermemek için başlarını her defasında başka yerlere çevirdiğine defalarca şahit olmuştum. Bu itibarla ecdadın yüzyıllar boyu hükümranlık alanı olan bu toprakları görmek ve ziyaret benim açımdan adeta bir sılay-ı rahim gibiydi.. Küçük yaşlardan itibaren kafamıza kazınan Langaza ve Kavala yarım yüzyıla merdiven dayadığım şu günlerde nasip olunca bu fırsatı kaçırmak istemedim.

CEDEFOP ÇALIŞMA ZİYARETİ

Avrupa Birliği Meslekî Eğitim Merkezi (CEDEFOP)’un resmî dâveti üzerine Türkiye’den Millî Eğitim Bakanlığı Eğitimi Araştırma ve Geliştirme Merkezi koordinasyonunda Türkiye’nin değişik illerinden 30 kişilik bir Türk delagasyonu ile birlikte Selanik’e doğru yola düştük. Yunanistan’da meydana gelen olaylar yüzünden uçakların kalkmaması gibi olumsuzluklar da hesaplanarak kara yolu ile gidilmesi karar verildiğinde yolun uzun olacağı düşünülmüştü. Ancak daha sonra ne kadar isabetli bir karar olduğunu uçaklarının kalkamadığı için aynı tarihte birlikte olacağımız başka ülkelerin temsilcilerinin gelememesi üzerine anladık.

Ankara’dan yola çıkan Türk delegasyonuna İstanbul da dahil olduk. İstanbul-İpsala 267 km’lik bir mesafe. Çarşamba günü sabah başlayan kara yolculuğumuzda İpsala sınır kapısında fazla beklemeden giriş yaptık. Türk ve Yunan bölgelerini birbirinden ayıran sınır, Meriç Nehri üzerindeki köprünün tam ortası kabul ediliyor. Bunun için köprünün yarısına kadar olan kısımda Yunan bayrakları, diğer yarısında da Türk bayraklarını görmek mümkün. Daha önce sınıra oldukça yakın olan Türk köyleri taşınarak içerilere alındığını onların yerine Rum köylerin yerleştirildiğini rehberimiz anlattı. Yunan sınırından 43 km sonra Türk sınırına en yakın şehir olan Alexandroupolis yani Dedeağaç şehri geliyor.

Dedeağaç küçük, tarihi eski bir şehir. Ancak her yanda Ecdadın izlerini görmek mümkün. Deniz kenarındaki şehir Türkiye’deki sahil kasabalarını andırıyor. Sınırdan yarım saat sonra ulaşılan şehir aslında Türkiye’den çıkıp çıkmadığınız konusunda tereddüt oluşturacak kadar benzerlikleri taşıyor. Halkın bizden farkını görmek zor.

Yol güzergâhı üzerindeki haçlı küçük duâ yerlerini görmeseniz hâlâ Türkiye’den çıkış yapmadığınız hissi gelecek. Yol güzergâhı üzerindeki bu küçük haçlı kilise maketleri karayolu üzerinde ölümlü kazaların olduğu yerlere dikiliyormuş. Amacı ise kazada ölenler için yol güzergâhı üzerinde gelip geçenlerin duâ etmesi. İkinci bir amacı da kaza mahalline gelen araç şoförlerinin daha dikkatli davranmalarını sağlamak. Buna benzer uygulamanın Fransa’da da olduğunu görmüştük. Orada da kara yolu üzerinde ölümlü kazalarda orada kaç kişi ölmüşse o kadar sacdan yapılmış, kırmızıya boyanıp, gece görüşte fosforlu insan maketleri bulunmaktaydı.

Dedeağaçtan sonra Komotini (Gümülcine) ve Xanthi (İskeçe) geliyor. Köylerinde camilerin bugün bile ayakta kalabildiği bu topraklarda nüfusun önemli kısmı Türk. Osmanlı izlerini taşıyan Balkanlardaki bu şehirler hâlâ Osmanlının nefesini Balkanlarda yaşatan canlı organizmalar olarak duruyor. Oldukça sıkıntılı olan bu evlâd-ı fatihan bu topraklarda her şeye rağmen kültürünü, kimliğini koruma savaşı vermekte, Osmanlı’nın mirası üzerinde yükselen Türkiye’den beklentileri yüksek pozisyonda.

İlk durağımız Gümülcine oldu. Gümülcine hâlâ sokaklarında Osmanlı’nın asil ruhunun dolaştığı ve her sokağında tanıdık objelerin size hoşgeldiniz dediği bir şehir. Kültürüne ve dinî değerlerine son derece bağlı olan Gümülcine Türkleri, Yunanistan sınırları içinde azınlıkta olmanın verdiği burukluğu yaşasalar da kendi şehirlerinde hâlâ dimdik Sultan Murat ve Abdülhamid’i unutamamışlar. En büyük camilerinden biri olan 16. yüzyıl sonlarında H.994 / M.1586 tarihinde defterdar Ekmekçi Ahmed Paşa tarafından yaptırılmış Yeni cami İznik çinileriyle süslenmiş bir san'at eseri olarak dururken hemen arkasında şehrin hafıza kaydı gibi caminin haziresi, onun hemen arkasında da Abdülhamid’in yaptırdığı saat kulesi gururla ve büyük bir vakarla gelen misafirlerine ben buradayım mesajını ulaştırıyor.

YENİ CAMİ KİTABESİ

Sekiz düz satırdan oluşan kitabe metni araları ince silmelerle ayrılmış, sekiz aynaya kabartma olarak işlenmiş olup güzel bir sülüsle yazılmıştır. Kitabenin son satırında ebced hesabıyla tarih düşülmüştür.

Elhamdülillah

Gazi Sultan Murad Han-ı salis devrinde

Ekmekçi Zade Ahmed Paşa iken defterdar

Bede ile kerem idüb ikmal etti bu camii

Yeni cami içün livada varid mi mabed-i aher

Li marzatullah yaptı ve dedi tarih-i tamam

“Nam darüs-salihin Ehli İslâma yadigâr”

Sene 994/1585–6

Gümülcine sokaklarında gezerken karşılaştığımız kişilere selâm verdiğimizde selâmımıza mukabele ettiklerini görmenin ayrı bir sevincini yaşıyor insan. Sokaklarında genel grevden dolayı dükkânlar kapalı da olsa dükkân isimlerindeki Türkçe yazılar ardından şehrin meydanında asırlık çınarlar size fetih şarkılarından bir nostalji gönderiyor. Hayalen akıncı beylerinin atlarını bağladığı çınar ağaçlarının altından geçerken tarih buram buram size hasreti solurken vuslatın yakıcılığını yaprak hışırtılarından dinliyorsunuz. Hayalen dertleşiyorsunuz çınarın yüzyıllara meydan okuyan o haşmetli gövdesiyle. Hemen fısıldıyorsunuz çınarın kulağına;

“Ey ulu çınar niye hicrana büründün böyle,

Sultan Murat Hanın dönemini bir nebze olsun söyle”

Transit Karayolu kenarındaki Kavala’yı uzaktan gördük. Mısırlı Mehmet Ali Paşa’nın konağının da olduğu, Türkiye’den mübadele ile pek çok Anadolu Rum’unun yerleşim alanı olan Kavala uzaktan nazlı bir gelin gibi süslü ve alımlı duruyordu. Çarşamba akşamı hava henüz yeni kararmıştı ki Selanik’e vardık. Osmanlının reform hareketlerinin, İttihad ve Terakki’nin, Hareket Ordusunun çıkış noktasının şehri bize ilk defa gördüğümüz şehir olarak görünmedi. Sanki daha önce bu sokaklarda bu caddede gezinmişiz hissi verdi.

CEDEFOP tarafından rezervasyonu yapılan hemen sahil kenarındaki beş yıldızlı (!)—yıldızı kendinden menkul—Mediterranean Palace oteline indik. 118 odadan meydana gelen otelimizde Osmanlıdan izleri görmemek için kör olmak gerekti.

Eşyalarımızı odamıza yerleştirdikten sonra, etrafı tanımak dışarıya çıkmak için lobiye indiğimizde delagasyonumuza Yunanlı idarecilerden uyarı geldi. 16 yaşındaki Aleksis Grigoropulos’un polis kurşunu ile ölmesinin ardından Yunanistan’ı savaş alanına çeviren olaylar çıkmıştı. Olaylarda başta Atina ve Selanik olmak üzere Yunanistan’ın hemen bütün şehir merkezlerinde iş yerleri, kamu binaları, banka şubeleri, okullar, oteller, aralarında polis ve itfaiye araçlarının da bulunduğu çok sayıda araç, taş, sopa ve molotof kokteylli saldırılar sonucu büyük hasar görmüştü. Bize de dikkatli olmamız konusunda uyarı gelmişti. Bir kaç kişilik gruplar halinde akşam saatinde Selanik’in ana caddelerini gezmeye çıktığımızda gördüğümüz manzara oldukça ürkütücüydü. Çok lüks mağazalar yağmalanmış. Bankalar ve büyük işletmeler kundaklanarak yakılmış ve hâlâ dükkânlardan caddelere kesif bir yanık kokusu yayılmaktaydı. Gece ana caddelerde taş ve sopalarla kırılan vitrinlerin camları yerlerine takılıyordu.

Halk mümkün mertebe evlerine çekilmiş caddeler gençlere kalmıştı. Gördüğümüz manzara karşısında anarşinin ve karmaşanın milliyeti, dini, yaşının olmadığını ve tahrip üzerine kurulu olduğunu gördük.

Aslında Yunanistan’da olanlar bizim kuşağın hiç de yabancısı olmadığımız eski bir 12 Eylül öncesi filmini hatırlattı. Ülkede mevcut iktidara karşı olan güçlerin sendikaları harekete geçirerek sokağa döktüğü işçiler yabancı olmadığımız bir manzara. Yine elinde kitap yerine taş ve sopalarıyla çok yakından tanıdığımız üniversite öğrencilerini görünce biz bu filmi görmüştük dedik.

Gecenin bir vaktinde Türk dönerci aradığımız Selanik sokaklarında evimizdeymiş hissine kapıldık. Tabiî bir de köşe başı dönercilerini bulabilseydik. Girdiğimiz pastacıda konuşmaya uğraştık ama dil problemi ile karşı karşıya kaldık. Yinede İngilizce konuşarak pastamızı aldık merkeze doğru geniş, tek yönlü caddede, ışıklandırılmış şık dükkânlardan geçerek otele geldik.

Ertesi gün sabah erkenden kalkıp kahvaltımızı yaptıktan sonra hemen sahile indik. Selanik aslında bir sahil şehri havasında. Selanik’i gezen her Türk gibi biz de İzmir’e ne kadar çok benzediğini düşünmeden edemiyoruz. Aynen bizde olduğu gibi ruhsuz beton yığını apartmanlar arka arkaya dizilmiş sahili her yönden kuşatmış. Arada sırada tek tük kalmış birkaç katlı evler de olmasa tek düzelikten insanın ruhu daralacak.

—DEVAM EDECEK—

A. LEVENT ERTEKİN

31.01.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Dizi Yazı

  (17.01.2009) - Ya biz de Yunanistan gibi olursak?

  (16.01.2009) - Vahşi kapitalizm isyan ettiriyor

  (23.12.2008) - Afrika kimlik değişimi sürecinde

  (22.12.2008) - Gineliler baskılara boyun eğmedi

  (21.12.2008) - Gine’de bayram çok farklı yaşanıyor

  (09.11.2008) -

  (02.11.2008) -

  (23.10.2008) - Aldı Nemçe bizim nazlı Budin’i

  (08.10.2008) - AB yolunda bir Osmanlı ülkesi

  (07.10.2008) - Kosova tam bağımsız olmalı

 
Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır