Üstadın ABD’ye bakışını ortaya koyan temel parametrelerden bir kısmını geçen hafta aktarmıştık. Şimdi de Risale-i Nur hizmetine bakan mesajlarına göz atalım.
Ama onlardan önce, Lozan antlaşmasıyla ilgili olarak Büyük Doğu’dan aktarılan yazıdaki, konumuz açısından önemli detaya temas edelim.
Orada, Lozan’daki Türk heyetine müşavir olarak sızan ve daha sonra Mısır’da hahambaşı olan Hayim Naum’un, konferans öncesi Amerika’da Türkler lehine verdiği seri konferanslarda “Türkün maddesini serbest bırakmaları, buna mukabil ruhunu, tâ içinden ve kendi öz adamlarına yıktırma fikrini telkin ettiği” anlatılıyor.
Sonrasını ise, İngiltere Avam Kamarasında “Türklerin istiklâlini niçin tanıdınız?” itirazlarına Lord Gürzon’un verdiği cevapta görüyoruz:
“Asıl bundan sonraki Türkler bir daha eski satvet ve şevketlerine kavuşamayacaklardır. Zira biz onları maneviyat ve ruh cephelerinden öldürmüş bulunuyoruz...” (Emirdağ L., s. 539)
Bu tarihî anekdotun konumuzu ilgilendiren yönü, Türkiye’yi ve âlem-i İslâmı hedef alan ifsad planlarının önce Amerika’da pişirildiğini ve bunlardaki Yahudi etkinliğini ortaya koyması.
Buna karşı verilecek mücadele ise ancak Risale-i Nur’la başarıya ulaşabilir. Nitekim 19. yüzyılın sonunda yine İngiliz Parlamentosunda seslendirilen ve otuz yıl sonra Lozan’da uygulamaya konulan “Kur’ân’ı ortadan kaldırma veya Müslümanları ondan soğutma” planı, Anadolu’da Risale-i Nur hizmetiyle akamete uğratıldı.
Sonrasında ise bu hizmetin Türkiye sınırlarını aşıp bütün dünyaya açılması süreci yaşandı.
Amerika da bu sürecin dışında kalmadı.
Mustafa Sungur imzalı bir mektupta “Amerika ve Avrupa’da Nur Risalelerini istemeleri ve oralarda intişarı”ndan söz edilmesi (Emirdağ L, s. 792) ve bizzat Üstadın bir mektubunda yer alan “Risale-i Nur’un emsalsiz bir mazlûmiyet ve âcizlik haletinde telif edilmesi ve şimdi âlem-i İslâmın ekseri yerlerinde ve Avrupa ve Amerika’ya da tesirini göstermesi” (a.g.e., s. 842) ifadeleri, sürecin önemli kilometre taşlarına iki örnek.
Selâhaddin’in (Çelebi) Amerika misyonerlerine dört-beş ay okutturduğu Asâ-yı Musa ve Mû’cizat-ı Ahmediye’den bahseden mektupla (s. 315), “Amerika’da siyasete alet değil, belki dini din için mutaassıbane iltizam edenler çok vardı. İnşaallah Asâ-yı Musa’yı alan, o dindarlardandır” (s. 272) ve “Amerika âlimleri elbette Asâ-yı Musa Risalesine lâkayt kalmayacaklar. Eğer dini din için seven kısmının ellerine geçse fütuhat yapar” (s. 277) ifadeleri de diğer örneklerden üçü.
Aynı konuyla ilgili bir başka mektupta da son derece önemli bir ölçüye dikkatimiz çekiliyor:
ABD’deki Müslüman heyetine İstanbul’daki Amerikan sefiri vasıtasıyla Zülfikar ve Asâ-yı Musa göndermek isteyen bir zata Üstad diyor ki:
“Sefirlerin (diplomatların) kafası siyasetle meşgul olduğundan ve Risale-i Nur siyasetle alâkası olmadığından, siyasî bir kafa çabuk takdir edemiyor. Hem Risale-i Nur, müşterileri aramaz, müşteriler onu aramalı, yalvarmalı. Amerika buranın en küçük bir havadisini merakla takip ettiği halde, buranın en büyük bir hadisesi olan Risale-i Nur’u elbette arayacaktır.” (s. 383)
Demek ki, Üstad eserlerinin Amerika’ya da ulaştırılması gayretlerinde, bu çalışmalara siyasetin gölgesini düşürmemek ve Risale-i Nur’un sadece din için çalışan insanların eline geçmesini sağlamak için özel bir hassasiyet gösteriyor.
Öyle ki, iki eserinin ABD’deki Müslüman bir heyete gönderilmesine aracılık etmesi için dahi konsolostan yardım istenmesine razı olmuyor.
Hakim cereyanların bu hizmeti de kendi amaçları için kullanmaya kalkışmaları, bu hassasiyetin ne kadar isabetli olduğunu gösteriyor.
Bu ince ölçülere riayet etmeden yapılan çalışmaların ne gibi mahzur ve sıkıntılara yol açtığını ise, yaşanan gelişmelerde açıkça görüyoruz.
Ve Risale-i Nur kendi yolunu kendisi açıyor.
01.02.2009
E-Posta:
[email protected]
|