Helâket ve felâket asrında herkes az veya çok mûsibetzededir. Mûsibetzedelerin içinde rikkatimizi çokça tahrik ederken garibimize gidecek bir sınıf var ki; mütemâdiyen nazarlardan kaçırılıyor.
Yıllarca çalışmış çabalamış, yorgunluk devresinde dinlenmek ümidiyle etrafına bakınırken, belki de uğradıkları mûsibetin farkında değillerdir. Emekli olmak, mecburî çalışmanın sıkıntılarından âzade olmak anlamına gelse de, asgarî ücretin çok altındaki maaşlarıyla ihtiyarlar, ömürlerinin ahirinde neredeyse miskin ve muhtaçlar sınıfına dahil olacaklar…
Türkiyemizdeki mûsibetzede ihtiyarlar, bir zamanların “Almancısı” ve bu zamanın masum garip ihtiyarlarının içine düştükleri sıkıntıyı görseler, elbette şükürlerini arttırırlardı. Modern bolşeviklerin tasallutuyla iyice büzülen sosyal devletin çarkları arasında en çok ezilenlerin başında, ihtiyarlar geliyor. Bir kısmının zekâta muhtaç halde olduklarını söylersem, manzaranın görünmeyen cihetini daha iyi anlarsınız… Mûsibetin Avrupa´daki gariplerimizi inciten ciheti yalnızca derd-i maişet değil. Yalnızlık, işten ve sosyal hayattan kopma ile hücuma geçen yalnızlık… Okuma, tefekkür ve zikir ile tam tanışamamış ihtiyarların yaraları daha da derince… Ortaya çıkan boşluğu, ekranlarla doldurmaya çalışıyorlar. Dizlerin dermanı, gözelerin feri, bel ve kolların kuvveti ile bacakların takati azaldıkça, ekrana mahkûmiyeti ve bağımlılığı artıyor. Yalnızca bir mekânda size birileri birşeyi mütemâdiyen telkin etse sürmenaj olmaz mısınız? İşte gurbetteki ihtiyarların çoğu sürmenajın sınırlarında dolaşıyorlar. Dünyanın en ehemmiyetsiz, kendisini ilgilendirmeyen ve haberdar olduğunda maddî manevî marifeti ziyadeleşmeyecek mâlûmatlarla sürmenaj olmanın dehşetini, onları seyredenler ancak görebiliyorlar.
Bedeninin farklı bölgelerinden gelen isyan haberiyle sarsılan ihtiyarlardan bahsetmek istiyorum size… Dün gözler isyan etmişti, evvelki gün ise kulaklar… Akciğerlerin isyanı ise bugün… Belki yarın bir başka coğrafyasından itaatsizlik haberi alacak insanın şefkat ve ilgiye ne denli muhtaç olduğu aşikâr… Acaba o ihtiyara; dede, baba, büyükanne, dayı, teyze, hala veya amca diye hitap edenler, anne şefkatiyle onun ıztırabını hissetmeye çabalayacaklar mı? Nitekim ihtiyarların da bir nev'î çocuklar olduğunu hepimiz biliyoruz.
Maddî ve manevî gurbetlere müptelâ ihtiyarları, Allah´ın zikrinden başka birşey mutlu edemez. Mesele Allah´ın dergâhına yönelebilmek. Ekranlardan namaz vakitlerinde fiziken kurtulsa bile, ekranın onun dünyasına yığdığı heyûlâlar namazda da takip edecek. Hayali, tasavvuru, hissiyâtı ve bütün lâtifeleri istenmeyenlerce işgale uğramış insanın namaza niyetini ve namazdaki ruh halini her halde siz de merak edersiniz. Cami yolunda, bahçesinde, lokalinde ve hatta camideki ihtiyarların sohbetlerine hiç kulak kabarttınız mı? Gidecekleri diyara, oradaki ihtiyaçlarına, uzun ve çetin yolculuğun hazırlıklarına dair birşey duyabilecek misiniz? Pir-i fâni hırsını kamçılayan, gıybet üreten ve ebedî yolculuğu unutturmaya çalışan ekranların başına sür’atlice dönen ihtiyarlar, en acınacak ihtiyarlar değil mi?
Bu ihtiyarlar ki, ecdad mûsibet ve belâlara karşı onların hallerini ve dualarını şefaatçi etmiş. Beli bükülmüş ihtiyarların mûsibetlere sed olduğunu Efendimiz söylüyor. Allah´ın, kendisine açtıkları elleri boş çevirmekten hayâ ettiği ihtiyarların, ekranlarca üzerlerine boca edilen dünya pisliklerinden temizlenerek aslî vazifelerine dönmesi birazcık da bize bağlı. Gözleri hak yolunda, dilinde tevbe ve istiaze, kulaklarında Kur´ân nağmesi veya mânâsı olacak ihtiyarlarımız sosyal hayatımızın da sigortaları. En tatlı anlarını ya bir arkadaşını ziyaret veya ziyaretçilerini kabul ederek geçiren, manevî makamı yükseldikçe bulunduğu mekânda da ilgi ve alâka gören ihtiyarların sayılarının artması, elbette ki bize bağlı…
06.02.2009
E-Posta:
[email protected]
|