Bediüzzaman Hazretlerinin henüz 15–16 yaşlarındayken "okuyunca uyandım" dediği Namık Kemâl'in hürriyet cevherini anlatan "Rüyâ" isimli makalesi, hakikaten bir lâhika gibi, bir destan gibi okunmaya lâyık enfes bir yazıdır.
O makalenin tamamını değil de, sadece bir kısmını tanzim ederek burada sizlere takdim etmek istiyoruz.
Namık Kemâl, cemiyetin içine sinmiş nâmert korkuların yüzünde patlayan mücessem bir şimşeğe benzettiği hürriyet hakikatini aynen şöyle konuşturuyor:
"...Hürriyet, cemiyetin üzerindeki nâmert korkuları görünce, buluttan henüz sıyrılmış şimşek gibi bir mücessem heyecân–ı âteşîn kesilerek dedi:
Ey gaflet uykusunda yatanlar! Ey esâret zincirlerine tapanlar! Ey korkaklıktaki alçaklığı benimseyenler!
Gözlerinizi sabah–ı mahşerde mi açacaksınız? Boynunuzdaki kayd–ı esâreti Mâlik–i Cahîme teslim etmek için mi saklarsınız? Bir dakika sonra bekasına emin olamadığınız hayatınız için mi bu kadar korkarsınız? Çektiğiniz hakaret yüküne, mizân–ı kıyâmette sıkletinizi göstermek için mi tahammül edersiniz? Heyhât!
Ey gaflet uykusuna yatanlar!
Sânî–i Kudret, âsâr–ı rahmetini temâşâ için nazar vermiş. Siz, o hakîkat güneşini setr ediyorsunuz da, hayâlinizle veya kulağınızla görmeye çalışıyorsunuz. Gözünüz açık iken uykudasınız; gözünüz kapandıkça meyyit (ölü) hâline geliyorsunuz.
Uyuyunuz, uyuyunuz! Bu gafleti ölüm toprağına tebdîl için, bundan kolay tarîk, yol yoktur...
Ey sefâlete ülfet edenler!
Aziz–i Zülcelâl, herkesi dünyevî ve uhrevî her türlü saadete mazhar olmak istidâdıyla halk etmiş. Siz, karnınızı doyurmak için evlâdınızı aç bırakmaya tevekkül nâmı veriyorsunuz... Sürününüz, sürününüz! Çok sürmez ki, siz de süründüğünüz yerler gibi toprak olursunuz.
Ey esâret kayıtlarına perestiş edenler!
Perestişiniz, âdet veya menfaat nâmıyla boynunuza takılan zincir–i esârettir. Yüzünüzü okşayan temiz elleri ısırmak; başınıza pençe vuran murdâr ayakları yalamak, sizde kuvvetli bir meleke olmuş... Çekiniz, çekiniz! Tâ ki, boynunuzdaki bu ağır yük, sizinle mezara gitsin.
Ey zillet–perver korkaklar!
Siz ölüm korkusuyla helâk olacak bir hâle geliyorsunuz. Hapis endişesiyle fikrinizi, baş dediğiniz bir avuç kemik; vicdanınızı, gönül dediğiniz bir parça et; sözlerinizi, dudak dediğiniz bir kaç damla kan arasında esir–i zindan ediyorsunuz.
Ne zaman intibâh hâsıl edebileceksiniz? Ne zaman saadetinizi düşüneceksiniz? Ne zaman kuvvetli, hür ve muhtar olduğunuzu bileceksiniz? Ne zaman merd olacaksınız?
Nicedir bu hâb–ı gaflet? Bu kadar zamandır gözü açık uyudunuz; gördüğünüz rüyâların hangisi hakka isâbet etti? Sırf yaşamaktan başka ne kazandınız? Gelecek nesil, sizi hangi eserinizle yâd etsin? İsminizi, yalnız mezar taşlarında mı bırakacaksınız?
Ma’rifet güneşi mağribten doğdu. Medeniyet–i kadîmenin sabah–ı kıyâmeti yetişip geliyor. Demir yollar, “dabbet’ül-arz”dan nişan (haber, işaret) veriyor. Maarif, bütün esrâr–ı tabiatı fâş ediyor. Telgraf, yerin damarlarını bozuyor. Yeni silâhların sâdâsı, musallat olduğu devletin başına “sûr–u İsrâfil” hükmünü gösteriyor... Hâlâ mı uyuyacaksınız? Rûz–i mahşerde mi uyanacaksınız?
Bastığınız topraklardan hâsıl olan otlar büyüyor, boyunuzun beraberi oluyor; siz hâlâ kendinizi olduğu gibi gösteremiyorsunuz.
Sevdiğiniz, beğendiniz ecdâdınız eğilirse, Hâlık’a secde etmek, veyahut kılıca davranmak için eğilirdi. Sizin ise kârınız, belki şeytandan da aşağı bir takım mahlûkatın–âdet veya menfaat nâmına–ayağını öpmek için secdeye kapanmaktan ibarettir... Ecdâdınız mezarlarında doğru yatıyor; siz dünyada boynu eğri geziyorsunuz.
Hâlâ böyle eğri büğrü mü gideceksiniz? Boynunuza olsun istikamet vermeye çalışmayacak mısınız? Aklınız hiçbir vakit ulviyâta meyletmeyecek mi? Gözünüz dâima yere mi bakacak?
Nedir bu irtikâb–ı zillet? Tezellülden ümid ettiğiniz faide nedir?
Kimin eteğini öptüğünüzde ağzınız lezzet buldu? Kimin ayağına kapandığınızda başınız göğe erdi? Dudaklarınız tozlu tozlu çuhalara yapıştıkça, şeker mi peydâ oluyor.
Ne vakte kadar masûm çocuk gibi, istediğinizi yapamadıkça ağlayacaksınız? Toprak olmayınca zelîl olduğunuzu anlamayacak mısınız? Rüzgâr toprağınızı berhava edinceye kadar, hiçbir suretle ulviyet bulmayacak mısınız?
Sübhanallahi'l–Azîm! Meğer ne kadar hakarete alışmış; ne derece esir–i âdet olmuşsunuz!"
NOTLAR
1) Niçin Rüyâ?
Mutlakıyet devrinin "hafif istibdat" rejimi aldında hürriyetten, meşrûtiyetten açıkça söz ederek bunları savunmak yasak olduğundan, Namık Kemal, hürriyetten bahsettiği bu makalesini "Rüyâ" ismiyle neşretmiş.
2) Namık Kemâl'e büyük haksızlık
İsmi pekçok münasebetsiz ve müstehcen fıkralara karıştırılan Namık Kemâl'e cidden çok büyük bir haksızlık yapılmıştır. İnsafsızcasına, vicdansızcasına bir haksızlık. 48 yıllık hayatının neredeyse tamamı çile ve sıkıntı ile, sürgün, hapis ve zindanlarda hürriyet ve meşrutiyet için mücadele ile geçen bir insan, nasıl olur da böyle aşağılık şeylere konu edilir? Bu erdemli şahsiyeti lekedar etmenin iki önemli sebebi var: Birincisi, sahte kahramanlar, kasıtlı bir şekilde onu karalamaya çalışmış. İkincisi ise şudur: Eskiden bir fırka anlatılırken, "Adamın biri bir gün..." anlamında kullanılan "Zât–ı kemâl bir gün...", yahut "Nâm–ı kemâl bir gün..." şeklindeki giriş cümlesi, zamanla mânâ değiştirerek "Namık Kemâl bir gün..." şekline inkılâp etmiş. "Nâm–ı kemâl", tamamen haksızca ve galat bir şekilde "Namık Kemâl" oluvermiş. Nice teessüfler olsun, böylesi bir kasta ve dikkatsizliğe...
3) Fenâ ve fâni adam
Bazı okuyucularımız, Üstad Bediüzzaman'ın "fenâ ve fani bir adam" diye kast ettiği şairin Namık Kemal olup olmadığını soruyor. Elcevap: Değildir. "Zulmün topu var, güllesi var, kal'ası varsa..." diye başlayan güzel ve bâki sözler, fenâ ve fâni bir adam olan şair Tevfik Fikret'e ait.
4) Devamı var
Bir sonraki yazıda, Namık Kemâl'in o harikulâde "Hürriyet Kasidesi" ile Üstad Bediüzzaman'ın "Hürriyete Hitap" nutkundan söz etmek arzusundayız.
07.02.2009
E-Posta:
[email protected]
|