Amerika’dan Yeni Asya’ya yazdığı haftalık yazılarla dikkat çeken Robert Miranda’nın son yazısı ayrı bir öneme sahip. Robert Miranda ya da Müslüman olduktan sonra aldığı adıyla Davud Ali Selam, hem ‘müsbet hareket’in nasıl olması gerektiğini hem de ‘iyi niyetli yöneticinin, eleştiriler karşısındaki tavrı’nı tarihî misalle ortaya koymuş.
Yazıyı, okumayanlar için kısaca özetleyip, bazı noktalara dikkat çekmek gerekecek. Amerika son yıllarda ‘dünyanın jandarması’ gibi davransa da geçmiş yıllarda çok büyük kavga ve tartışmalara sahne olmuş bir ülke. Hele insanların ‘renk’leri sebebiyle ayrımcılığa uğraması, ‘insan’ muamelesi görmemiş olması tarihî bir hadise. ‘Zenci’lerin otobüslerin ön kapısından binememesi, ‘beyaz’lar ayaktayken onların otobüs koltuklarına oturamaması gibi gerçekler Amerika için ‘basit’ hadiselermiş. Fakat uzun ‘kavga’lardan sonra bu yanlışlardan geri adım atılmış ve bugün ‘siyahî bir lider’ Amerika’nın başkanlık koltuğuna oturmuş durumda.
İşte Miranda, yazısında bu süreci yorumlamış. Buna göre, Amerika’nın o dönemki başkanı Franklin D. Roosevelt, siyanların efsanevî sendika yöneticisi ve sivil hakları savunucusu A. Philip Randolph’ü yanına çağırtarak kendisine ‘zencilerin kötü vaziyeti hakkında’ neler düşündüğünü sormuş. Randolph de ne gerekiyorsa hepsini açık bir lisanla anlatmış. Bu ‘bilgi’lendirme üzerine Roosevelt, “Dediklerinin hepsinde senle hemfikirim, bütün bu yanlışları düzeltmek için kapasitemi sonuna kadar kullanacağıma ve gücümü ve iktidarımı bu uğurda sarfedeceğime emin olabilirsin. Fakat şimdi senden tek bir şey istiyorum. Bay Randolph, dışarı çık ve beni bunları gerçekleştirmem için zorla.”
Miranda bu anekdotu anlattıktan sonra şöyle devam ediyor: “‘Beni yapmaya zorla’, Başkan Roosevelt’in Bay Randolph’a söylediği sloganıydı. Obama da Müslüman dünyaya, hükümetinin onları dinlemeye hazır olduğunu söylüyor. O halde onu yapmaya zorlamalıyız! Mücadele bu olmalı!” (Yeni Asya, 4 Şubat 2009)
Kanaatimce bu nokta çok önemli. İyilikleri hayata geçirmek için ısrarcı olmak, idarecileri uygun lisanla ikaz etmek ve bunda ısrarcı olmak çok önemli. Tabiî ki idarecilerin bu ikazlar karşısındaki tavrı da ayrıca dikkat çekici.
Türkiye şartlarında düşündüğümüzde idareciler, “Ne yapalım. Söylediklerinizde siz de haklısınız, ama elimiz kolumuz bağlı. Çok engel var, yapamıyoruz” derler. Oysa, Roosevelt örneğinde olduğu gibi “Haklısınız, ama bu engelleri beraber aşmak için bu taleplerinizde ısrarcı olun. Bunları yapmamız için bizi zorlayın” dese mesele kalmayacak.
Bu prensibi evlerden ilçelere, ilçelerden devletlere kadar uygulamak mümkün. Yeter ki idareciler kendilerine taşınan ‘dert’leri ellerinin tersleriyle itmesinler. İtmeye çalışsalar da yine ısrarcı olmak lâzım, ama hele “Bunları yapmam için bizi zorlayın, sıkı takipçi olun” derlerse ne âlâ.
Bu tarihî hadiseyi ve gerçeği bize hatırlattığı için Amerika penceresinden bakarak hadiseleri yorumlayan yazarımız Davud Ali Selam’a teşekkür ediyoruz.
“Doğruda sebat” edelim...
07.02.2009
E-Posta:
[email protected]
|