"Gerçekten" haber verir 07 Şubat 2009
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formuİletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Görüş

Mûsîbet zamanı

Neredeyse üç aylık bir zamandır siz muhterem okuyucularıma hitâp edemedim. Refîkamın geçirdiği bir kaza sonucu, iki aya yakın hareketsiz yatmak zorunda kalışı küçük dünyâmın bütün düzenini değiştirdi. Çok geniş zannettiğim âlemimin, duvarları aynadan yapılmış dar bir mekân olduğunu bu mûsîbet dolayısı ile daha iyi anladım. Üstâd Hazretlerinin risâlelerde tafsîlen yazdığı, bizlerin her zaman okuduğumuz hâlleri ilme’l-yakînden, hakka’l-yakîn derecesinde yaşayarak derk ettim.

İnsan âcizliğini, çâresizliğini, güçsüzlüğünü böyle hâdiselerde nasıl da derinden kavrıyor… Bütün sebeplerin bir Kadîr-i Mutlak’ın irâde ve kudretinde olduğunu perdesiz görüyor. Ruhûnun tâ derinliklerinden, bütün duygularının en hassas tellerinden Cenâb-ı Hakk’a yükselen saf, samîmî ve hâlis yalvarışlarından başka yapacak bir şeyi olmadığını fark ediyor. O zamana kadar tatmadığı mağlûbiyet, acz, fakr, zaaf acısını bütün varlığında hissediyor.

Îmânî hakîkatlerin ne derece faydalı, gerçek tesellî olduğu böyle vakitlerde bütün çıplaklığı ve haşmeti ile görünüyor. Dostların tesellîleri, şifâ dilekleri, duâlarla yardımları, hâlisâne alâkaları mûsîbeti hafifleştiriyor. Maddî acısı ve zahmeti paylaşılamayan kederlerin mânen, alâkadarlar adedince küçük parçalara ayrılarak küçüldüğü seziliyor.

Daha önce çok ehemmiyet verdiğimiz durumların ne kadar boş ve lüzumsuz olduğu daha iyi anlaşılıyor. Mal, para, iktidar, makam ve sâir kıymetli sayılan dünyâ metâının beş para etmediği ayrı bir atmosferde, insan nefessiz kalıyor. Cihâna hükmeden pâdişâh-ı âli-şânın “Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi” demesindeki hikmeti çok iyi değerlendiren bir şârih oluyor, bu sıkıntılı günler… Geçmiş zamanın zahmetlerinin de geçtiği; yerine sevapları bıraktığı hakîkati, sabra kuvvet veriyor. Gelecek zamanlar hakkındaki “yokluğa vücûd rengi vermemek” kâidesi, tahammülü güçlendiriyor. O güne, o âna da “Yâ Sabûr!” yetecek bir merhem oluyor.

Yürümeyen saatler, bitmeyen geceler; duâ duâ, zikir zikir işlenen sâniyeler, korkularla ümidlerin köşe kapmaca oynadığı vakitler olarak, hayat sayfalarındaki yerini alıyor. Niyazlar göz yaşlarıyla yoğruluyor; yanan yüreklerin korunda kavruluyor. Hayaller, mânâlar bulabildiği kelimelere binip gönüllerden, dudaklardan semâya savruluyor. Günler geçtikçe, mûsîbetin zahmet ve sıkıntılarına alışılıyor. İyileşme ümitleri arttıkça, göz yaşları kuruyor; tebessümlere yerini terk ediyor. Dar oda, gittikçe, onarılan cam duvarlarının eski genişliğine tahavvül ediyor. Duâlar, yalvarışlar azalıyor. Hayat eski sıradanlığına dönüyor.

Ashâb-ı Kehf’in mağaradan çıkışlarında yaşadıkları şaşkınlık gibi bâzı durumlar da olmuyor değil: sıkıntılı zamanlarda göz ucuyla, ilgisizce bakılan dünyanın hayli değişmiş olduğu fark ediliyor. Dünyada ve memlekette neler olup bitmiş bu arada! Krizlerle sarsılan ekonomiler, hakla bâtılın mücâdeleleri, zâlimlerin mazlûmlara tasallutları, siyâsî ve idârî pek çok hâdise insanı o küçücük âleminden çıktığına bin pişmân ediyor. Bu da başka bir ölçüde çâresizlik ve âcizlik duygularını deşiyor; genişliği nisbetinde sıkıntılı bir âleme ayak basmanın iz’âcı ile râhatınızı kaçırıyor…

Kulluk şuûru ile: “Demek ki, kendi elimde hiçbir şey yok; olan biten benim kudretim dâhilinde hareket etmiyor. Bana düşeni yerine getirdikten sonra, yapabileceğim tek şey, her varlığa ve her hâdiseye hükmü geçebilen Allâhu Teâlâ’ya tevekkül etmektir” diyerek başa gelene râzı olmaktan başka elden ne gelir?

O zaman ancak, kâinâtı dilediği gibi yaratan ve ondaki varlıkları dilediği gibi halden hâle koyanın irâdesine râm olmak mecbûrî ve ferahlatıcıdır. Her darlıktan sonra bir genişlik geleceğini bilmek tesellî vericidir. Mûsîbetlerin gafletten uyandırmak ve menfî ibâdetten gelen sevaplar kazandırmak gibi çeşitli faydaları olduğunu idrâk etmek râhatlatıcıdır.

Hayâtının her dakîkası sıkıntı içinde geçmediği; bu ve benzer hallerin ender olduğu düşüncesi insanı şükre sevk etmektedir. Artıların eksilerden çok çok fazlalığı ve sıkıntıların sona erer ermez unutulması; geçmiş elemlerin “oh!” dedirtmesi rûha inşirah vermektedir.

Mûsîbette kendinden daha ağırına dûçâr olanlara bakmak; ni’met ve ikrâmda daha azına erişenleri düşünmek sıkıntıyı azaltıp, ni’metin kadrini yüceltmektedir. Ya ömrümüzün bütün dakîkaları bu gibi bir mûsîbetin, hattâ daha şiddetli bir belânın ıztırabları ile geçseydi!.. Ya türlü dertlerle boğuşurken, bunların ne mânâ ifâde ettiklerini anlamayan ve isyânı ile kederini arttırmaktan başka bir şey yapamayan gafillerden olsaydık!.. Bu muzaaf elem, insanın maddî varlığını ezerken rûhu ve kalbi târifi mümkün olmayan işkencelerle nasıl başa çıkılabilirdi?

Gerçekten, “Îmân teslîmi, teslîm tevekkülü, tevekkül saâdet-i dâreyni te’mîn eder”miş; “Sadakte, Üstâdım!”

EKREM KILIÇ

07.02.2009


Hatıra defteri

Sayfaları çevrilmeyeli uzun zaman oldu. Belki de çevrilmeyecek bundan sonra. El kalem tutmayacak. Matem zamanı deyip karalara bürünecek. Antika eşyaların arasında yer aldı mı? Burası meçhul.

Meçhul olmadan önce gözle görülür elle tutulur bir şeydi. Isırırdı hep dişleriyle. Varlığını hissettirmek için. Sağdan soldan gelirdi. Uzatılırdı ellerimize. Kalemde konuk olurdu onunla beraber. İkisi kardeş ikisi can pareydi. Kalemin durduğu yerde diğeri dudaklarını bükerdi. Devam ettiğinde satırlardan gülücükler duyulurdu. Dostun bakışlarının sayfalara değdiği andı. Ne çok kelime sıralanırdı dilin ucundan. Özenerek seçilirdi. İncinmeye mahal verecek sözler siyah taşlardan ayrılırdı. Dişler kırılmazdı.

Seçilmiş bir arkadaş olmanın verdiği memnuniyetle yazmayı sürdürürdü. Bazen durur, kalem dudaklarının arasında beklerdi. Göz bir noktaya dalar sonra kalemin ucu tekrar sayfaya dokunurdu. Dokunmakla kalmayıp zihninden ikram edilenleri kelimelere teslim ederdi.

Bir ayrılık yaşanacaktı. Araya şehirler girecekti. Yollar uzun belki de kısa olacaktı. Mesafe önemli değildi. Önemli olan bir ayrılığın vuku bulmasıydı. Son bir dilekti. Onun el yazısıyla yazılmış sayfalara bakmak istediğiydi yıllar sonra. Unutmanın derin zifirine gömmemekti arkadaşı.

Yazmak kolay bazen de zor olurdu. Yazma esnasında neler hatırlanırdı. Hem gülmek hem ağlamak hem de küsmek hatırlamanın boyutlarında gezerdi. İncir çekirdeğini doldurmayan sebeplerden husule gelen küsmeler, karşılıklı gülüşmeler, birbirlerine sarılıp ağlamalar kabuk değiştirmiş gibi başka anlamlara bürünürdü. Bir nev'î ayrılığın deminden süzülen koyu renkler olurdu. Acımsı bir tat verirdi yüze. Beklenmeyen bir firak baş gösterdiği için. Kabullenmekten başka çare olmayınca en güzel temennilerle kalem dururdu.

Muhabbetle yazılanlar son nefesini verdiğinde kapanırdı defter. Uzatılırdı yeniden sahibine. Defter açıldığında ilk cümle “bana kalbin kadar temiz bir sayfa ayırdığın için teşekkür ederim.” Her hatıra defterinin aynı cümleyle başlamış olması samimiyeti ortadan kaldırmazdı.

Ne zamandır ellerime hatıra defteri uzatılmıyor. Eski bir tanıdık olarak kaldı şimdi. Kurumuş gül gibi mahzun ve yalnız. Sanki birazda unutulmuş olmanın verdiği mahcubiyetle hatırlıyoruz bazen. Üzerine su dökülmemiş, temizlenmeye bırakılmamış tozlara benziyor. Havada ciğerlerimize işliyor. Öksürtüyor. Hatırlamamız bu kadar. Bir hatıra defteri satın almıyoruz. Ayrılık anlarını birkaç saniye durdursun diye. Geleceğimize bir konuk bıraksın diye. Yok işte. Ne uzatacağımız bir hatıra defteri ne de bize uzatılacak bir defter. Varken yok olanların arasına dahil edildi. Antika eşyası oldu belki de. Müzayede salonlarında açık arttırmaya sunuldu. Hatıralara önem verenler en yüksek fiyatı öderken önem vermeyenler sadece orada bulunmakla yetindi.

Solmuş, eskimiş ve arasında kuru bir gülle yeni sahibine uzatılırken sayısı belli olmayan eller adına aldı. Bütün hatıra defterleri tek bir defterde toplandı. Salonun en güzel yerine koyuldu. Orası en güzel yer olsa da hep unutulmuş olarak kalacak.

FADİME KAYA

07.02.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır