Ergenekon soruşturmasıyla ilgili olarak devam eden tartışmalar ibretle ve hayretle izleniyor. Bir yandan tutuklu sanıkların mahkemesi devam ediyor, öte yandan da bu dâvâya “terör örgütü dâvâsı” denilmesi istenmiyor.
Bazı kurum ve kuruluşlar da ‘meşhur’ isimlerin tutuklanmasına itiraz ediyor. Bunu yaparken de kamuoyuna şirin görünmek için, “Biz ‘suçlu’ olanları savunmayız. Ama şu anda suçlulukları ispat edilmediğine göre yargılanmaları tutuksuz olarak devam etsin. Mahkûm olurlarsa bey ya da paşa gibi gidip cezalarını çekerler” anlamına gelecek beyanlarda bulunuluyor. Nitekim bu beyanlar kısmen etkili oluyor ve bazı ‘meşhur’ şüpheliler ya serbest bırakılıyor ya da tutukluluk hâlleri ‘hastahane’lerde devam ediyor.
En başta ve en sonda şunu ifade etmek isteriz ki, herkes suçu ispat edilinceye kadar masumdur. Ancak bu kural niçin sadece ‘meşhur’ olanlar için kullanılmak istensin? Tutuklu bulunan sanıkların tamamı için geçerli olması gereken bir ‘kural’ niçin sadece bazı özel isimler için uygulansın?
Adalet sisteminde sıkıntılar olduğu herkesin malûmu. Fakat bu durum, bugünün meselesi değil. Eğer bu sıkıntılar ortadan kaldırılmak isteniyorsa, kişilerden bağımsız olarak düşünülmeli adaletin kısa sürede tecellisi temin edilmelidir. Bunca yıl geciken adaletten en fazla şikâyet edilirken, bugün konuşanlar niçin sustu? Ve bugün “yargı bağımsız değil” diye beyanlarda bulunan ünlü hukukçu ve ünlü bürokratlar, yıllardan beri bu durumu görmediler mi?
Jitem mensubu olduğu da ifade edilen eski bir PKK itirafçısının beyanlarını okuyunca, (Taraf, 27 Ocak 2009) Ergenekon soruşturmasıyla ortaya çıkan ‘bilgi’lerin, ancak ve ancak ‘buzdağının tepesi’ olabileceği akla geliyor. Yurt dışında yaşayan itirafçı öyle hadiseler anlatıyor, öyle iddialar dile getiriyor ki; bu iddiaların yarısının yarısı doğru olsa, derinlerde çok büyük bir ‘buzdağı’ olduğu söylenebilir.
Hür ve demokrat olan bir ülkede, böyle iddialar gündeme geldiğinde yer yerinden oynaması lâzım. Fakat ülkemizde bu iddialar karşısında sanki dile getirilmemiş, yayınlanmamış, kimse duymamış-görmemiş tavrı sergileniyor. Elbette bu iddialar inkâr edilebilir, ama bu da yapılmıyor. Belki ‘unutulmaya’ mahkûm edilmek isteniyor, ama böyle iddiaların karşılıksız kalması, ‘yalanlanamaması’ ya da geçiştirilmesi millet nezdinde güvenin sarsılmasına sebep olur ve oluyor. Dile getirilen iddialar karşısında “Yok, bunların hiçbiri olmamıştır ve olamaz” diyenler kaç kişidir? Muhtemelen ekseriyet, böyle çirkin hadiselerin “olabileceğine” ihtimal veriyordur.
Türkiye’yi idare edenlere bir defa daha sesleniyoruz: Lütfen, ya dile getirilen bu iddiaların “kuru iftira” olduğunu delilleriyle ve şahitleriyle açıklayın, ya da bu iddialarla ilgili olarak bir ‘işlem’ yapın. Yalnız bu ‘işlem’, bu ve benzeri iddiaların yayınlanmasına ‘yayın yasağı’ koymak şeklinde değil, iddiaların gerçek olup olmadığını anlamak için atılan adımlar şeklinde olsun.
Keşke bu iddialar ‘kuru iftira’ olmuş olsa...
28.01.2009
E-Posta:
[email protected]
|