Gazze’ye yönelik son İsrail saldırıları devam ederken, Hamas’ın bunlardaki rolü de bir miktar tartışıldı. “Tamam, İsrail yanlış yapıyor, ama Hamas da tahrik edip koz veriyor” söylemi İsrail vahşetini örtbas etmek için kullanılmak istendiyse de tutmadı.
Özellikle saldırıların olanca dehşetiyle sürdüğü bir ortamda yapılacak Hamas eleştirileri, adeta İsrail’e hak verir duruma düşmek gibi algılanabilirdi. Masum Gazzelilerin üzerine bombalar yağar; bebekler, çocuklar, kadınlar, ihtiyarlar, sağlık görevlileri, doktorlar can verirken öncelik, elbette İsrail barbarlığını durdurmaktı.
Neyse ki, 22 gün süren amansız saldırılar nihayet durdu. Gerçi ara ara yine karşılıklı roket atışları oluyor, ama en azından “dökme kurşun” adlı katliâm operasyonunda olduğu gibi havadan, denizden, karadan aralıksız bir saldırı yok.
Şu an için cereyan eden “roketleşme”ler mevziî çapta ve pek can kaybı da meydana gelmiyor.
Buna karşılık, üç haftalık saldırıların geride bıraktığı enkaz olanca dehşetiyle duruyor. Hayalet şehir görünümündeki Gazze, bir an önce yaralarının sarılmasını; hastanedekiler tedavi edilmeyi, evsiz kalanlar barınacakları bir yere kavuşmayı ve bütün Gazze halkı gıda, su, ilaç gibi en temel ihtiyaçlarının karşılanmasını bekliyor.
Ortaya çıkan dehşet tablosunun bir numaralı sorumlusu olan İsrail’in “savaş suçlusu” olarak yargılanması lâzım. Ki, bu yöndeki suç duyuruları Lahey’deki Uluslararası Ceza Mahkemesinde işleme alınıp soruşturma başlatılmış durumda.
Bu aşamada madalyonun diğer yüzüne bakılarak, Hamas’ın izlediği strateji ve politikaların da sorgulanıp tartışılması lâzım. Çünkü izledikleri yöntemin doğurduğu neticeler meydanda.
İsrail’in azgın saldırıları devam ederken Gazze’den yansıyan görüntülerin vicdan sahibi her insanın yüreğini yaktığı bir süreçte Hamas sözcüleri ısrarla “Direniyoruz, şu kadar İsrail askeri öldürdük, zafer bizimdir” mesajları veriyorlardı.
İsrail’in katlettiği veya sakat bıraktığı Gazzeli bebek ve çocuklara Hamas’ın bakışı, içinde bulunduğu savaş ve zafer psikolojisini yansıtıyordu. Bu çocuklar zafer için verilmiş kurbanlardı.
Bir Hamas sözcüsü, kendileri tarafından İsrail’e atılan roketlerin sakat bıraktığı İsrailli çocuk sayısının sadece 2 olduğunu söylerken, Filistin tarafındaki bu rakamı 4000 olarak telâffuz etti.
Bu dengesizlik ölü sayılarında da geçerli.
Yine bir Hamas ileri geleninin katliâm sonrası “22 günde 1500 şehit verdik, ama aynı günlerde 3500 çocuğumuz doğdu. Kadınlarımızın çoğu ikiz, hattâ üçüz doğum yaptı” deyip bunu “Allah’ın bir lütfu” olarak nitelediğini gördük.
“Bir ölür, bin diriliriz; İsrail Filistin halkını yok edemez” gibi bir mesaj verilmek isteniyor.
Elbette ki öyle ve öyle de olmalı.
Ama Hamas’ın bakış tarzında ve buna bina ettiği mücadele stratejisinde ciddî sorunlar var.
Bunlardan biri; evvelce de değindiğimiz gibi, İslâm tarihindeki savaşlarda siviller hep çatışmanın dışında tutulduğu; meselâ yakın tarihte Bediüzzaman’la talebelerinin de katıldığı Bitlis müdafaası öncesinde şehirdeki sivil halk boşaltıldığı; aynı şekilde Medine müdafaası başlamadan, şehirdeki on binlerce kişi güvenli yerlere nakledildiği halde, Hamas’ın İsrail’e karşı savaşı sivillerle iç içe yürütmesi. Bu doğru mu?
Bir diğeri: Hamas bir İsrail askerini kaç yıldır elinde tutmakla övünüyor. Ama bunun karşılığında, içlerinde bakan ve milletvekillerinin de yer aldığı binlerce Filistinli ya şehit oldu, ya yaralandı, ya da İsrail’e esir düştü. Peki, değdi mi?
Son İsrail saldırılarının, Filistinliler arasında Hamas’a verilen halk desteğini daha da güçlendirdiği söyleniyor. Eğer öyle ise, bu destek Hamas’a hem şimdiye kadarki “roket fırlatma” eksenli mücadele stratejisini, hem de El Fetih’le ilişkisini gözden geçirme gereğini içeren bir sorumluluk yüklemiyor mu? Ve tabiî El Fetih’in de Hamas’a bakışını değiştirmesi gerekmiyor mu?
07.02.2009
E-Posta:
[email protected]
|