Urfa Hapishanesi.
Oranın da diğerlerinden hiçbir farkı yoktu. Kötü şartlar, katı kurallar, gaddar savcılar, merhametsiz müdürler, despot gardiyanlar, insafsız jandarmalar, hapiste bile suç işlemeyi meziyet sayan mahkûmlar ve sadece kitap okudukları için hapsedilen Nurcular.
O günün şartlarında Nur talebeleri böyle hapishâne hâllerine âşinâydı. Said Nursî’ye muhabbet besleyip Risâle-i Nurları okumak isteyen herkesin de gerektiğinde o şartlarda yaşamayı göze alması gerekirdi.
Abdullah da, Hüsnü de, Zübeyir de bunu biliyorlardı. Hatta daha önce öyle hâlleri yaşayanlara imrenmişler ve hapishaneye girmek için kendilerini ihbar etmişlerse de girememişlerdi.
Buna rağmen, ilk defa Urfa’da hapse girdiklerinden, intibak etmekte biraz zorlanacaklarını düşünmüşlerdi ama öyle olmadı. Savcının, kötü koğuşlara vermelerini istemesine rağmen müdürün müsamahası ve onları tanıyan bazı gardiyanların yardımı neticesinde iyi koğuşlara yerleştirildiler.
Fakat onları asıl iyi karşılayanlar, mahkûmlar oldu. Onların, yaşlarından beklenmeyecek olgun tavırlar içinde hareket ettiklerini ve namazlarını kıldıklarını görünce hapishânenin, yeni gelen mahkûmlara uygulanan zecrî teâmüllerini uygulamadılar.
Mahkûmların ekseriyeti yaşça kendilerinden büyük oldukları halde onların etrafını sardılar ve başlarından geçen hadiseleri anlatıp sorular sorarak hâl danıştılar, verdikleri tavsiyelere uydular.
Bu vaziyetten haberdar olan savcı “Bunları mahkûmların arasına koymayın, onları da zehirlerler” diyerek hapishane görevlilerini uyardı ve üçünü bir koğuşa koymalarını istedi.
Bu sefer savcının talimatına uyan gardiyanlar onları ayrı bir koğuşa yerleştirdiler ama bu durumdan rahatsız olan mahkûmların talebi üzerine akşamları koğuşlarının kapısını kilitlemediler.
Böylece onlar da her akşam hapishanenin koğuşlarına dağılarak mahkûmlarla birlikte namaz kıldılar, dersler yaptılar, sorularını cevaplandırdılar ve âdetâ hapishaneyi mektebe çevirdiler.
Bulundukları yer hapishâneydi ama onlar hâllerinden, mahkûmlar da onlardan memnundular. Savcı uzun süre onları hapishanede tuttuktan sonra mahkemeye çıkardı, hakim de tevkif etti.
Hükümet, Malatya Hadisesi’nin de tesiriyle Nurcuların dosyalarının Isparta’da toplanmasını isteyince Abdullah, Zübeyir ve Hüsnü askerlerin nezaretinde oraya sevk edildi.
Yola çıktıklarında onlara da naklettikleri diğer mahkûmlara yaptıkları gibi muamele eden jandarmalar, yol boyu biraz sohbet ettikleri gençlerden hiçbir zarar gelmeyeceğini anladılar ve kelepçelerini çözdüler.
Antep’e vardıklarında trenin geç geleceğini öğrenince istasyonda biraz beklediler. Sıkılınca silâhlarını Abdullah'a ve arkadaşlarına teslim ederek çarşıya gezmeye gittiler. Hareket saati yaklaşınca gelip yola çıktılar.
Isparta’ya vardıklarında yorgun ve perişandılar. Adliyeye gitmeden önce jandarmalardan izin alıp hamama gittiler, Hüsrev Efendiyi ziyaret ettiler ve gelip teslim oldular.
Isparta’da, Urfa’da yaşadıklarının tam tersi muamelelere muhatap oldular. Savcı sadece dosyalarını istediği insanların tutuklanıp getirildiğini görünce şaşırdı. Onlara, suçsuz olduklarına inandığını, okudukları kitapları herkesin okuması gerektiğini düşündüğünü söyleyerek gönüllerini aldı.
Aslında hemen serbest bırakmak istiyordu ama bu kararı ancak onları tevkif eden Urfa Mahkemesi verebileceği için oraya yazı yazdı. Cevap gelinceye kadar hapishanede kalmaları gerektiğinden hapishane müdürüne, onları iyi bir koğuşa yerleştirmelerini söyledi.
Nur talebelerine hasımane muamele eden hapishane müdürü, savcının talimatına itibar etmedi. Abdullah’ı ve arkadaşlarını azılı fikir suçlularının tutulduğu hücreye koydu. Orada çok zor şartlar altında on beş gün kadar kaldıktan sonra savcının müdahalesi üzerine çıkarılıp daha iyi bir koğuşa yerleştirildiler.
Urfa Mahkemesi’nin tevkif kararında ısrar etmesi yüzünden Isparta Savcısı ile aralarındaki yazışmalar aylarca devam ettiğinden Nur talebeleri Ramazanı da hapishanede geçirdiler ve ancak bayram arefesinde serbest bırakıldılar.
Hapishâneden çıkar çıkmaz Said Nursî’yi ziyarete giden Abdullah, Hüsnü ve Zübeyir, onun İstanbul’da olduğunu öğrenince oraya hareket ettiler. Yirmi gün kadar Üstadlarının yanında kaldıktan sonra hizmet mahallerine döndüler.
Abdullah Urfa’ya varınca ilk iş olarak savcılığa gidip müsadere edilen kitaplarını istedi. Savcılık kitapları vermemek için yine ehl-i vukuf raporunun gelmemesini bahane etti. Diyanet İşleri Başkanlığından, Risâle-i Nurlarda suç teşkil edecek bir hususun olmadığına dair güzel bir rapor gelince hepsini vermek zorunda kaldı.
O günlerde Yunanistan, Suriye, Irak, Finlandiya gibi ülkelerden Risâle-i Nur talepleri gelince, Zübeyir’in postahanede çalışmasından ve müdürün dostluğundan da istifade ederek oralara bol miktarda kitap gönderdiler.
Bir süre sonra Zübeyir bakanlık emrine alınmak istendiği için memuriyetten istifa ederek Üstadının hizmetine girdi. Hüsnü de Bediüzzaman’ın arabasını kullanmak için Isparta’ya gitti.
Abdullah, Urfa’dan hiç ayrılmadı. Gerçi zaman zaman değişik vesilelerle Isparta’ya veya Emirdağ’a gidip Üstadı ile görüştü. O ziyaretlerden birinde Said Nursî onu da varisleri arasına aldı.
Üstadının verdiği her vazifeyi hassasiyetle yerine getiren Abdullah, beş on gün onun yanında kaldıktan sonra tekrar hizmet mahalline döndü. Hizmetlerini aksatmamak için sıla-i rahimi bile çoğu zaman babasına yazdığı mektuplarla ifa ederek memleketine gitmedi.
Dâvet edildiği zaman Urfa’ya geleceğini söyleyen ve bazı eşyalarını da gönderen Bediüzzaman Said Nursî, 21 Mart 1960 tarihi geldiğinde, Abdullah oradaydı. Onu İpek Palas Oteli’ne yerleştirdi. Ahali ile ve resmî makamlarla da ekseriyetle o muhatap oldu.
İçişleri Bakanının Bediüzzaman’ın Isparta’ya dönmesi için baskı yapması, emniyet mensuplarının da onu taciz etmesi üzerine gece postahaneye gidip Başbakan Menderes’e telgraf çekti. Geldiğinde Üstadının nefes almadığını fark etti ise de Bayram ve Zübeyir uyuduğunu söyledikleri için o da onlarla birlikte sabaha kadar başında bekledi.
Sabahleyin ziyarete gelen Hafız Mehmed Efendi, Said Nursî’nin vefat ettiğini söylediği zaman o da çok üzüldü, hıçkırıkları boğazına düğümlendi, gözyaşlarını tutamadı.
Buna rağmen vefat hadisesini metanetle karşıladı. Bir yandan nakil, gasil, tekfin, defin işleri ile meşgul olurken, diğer yandan postahaneye gidip telgraf çekerek başka yerlerdeki Nur talebelerini haberdar etti.
Cenazenin defninden sonra Zübeyir’le birlikte taziyeleri kabul ettiler. Ardından mezarı yaptırdılar. Çok fazla ziyaretçi geldiği, her gelen de kendi âdetlerine göre ziyaret etmek istediği için yanlış anlaşılmalar yüzünden bazı nahoş hadiselerin vuku bulmasına meydan vermek istemediklerinden nöbetleşe mezarın başında beklemeye başladılar.
Bu hayat hâli, Yirmi Yedi Mayıs İhtilâline kadar devam etti. İhtilâlciler, onların Urfa’dan gitmelerini istediler. Onlar kabul etmeyince de tutukladılar. İfadelerini alan askerî hakim suçsuz olduklarına kanaat getirerek serbest bıraktı.
Onlara yapılan baskıların artarak devam etmesi üzerine oradan ayrılmak zorunda kaldılar. Abdullah memleketine gidip bir süre sıla-i rahim yaptıktan sonra Adana’ya gitti.
Gazetelerden, 12 Temmuz’da Bediüzzaman’ın mezarının yıkıldığını ve naşının bilinmeyen bir yere nakledildiğini öğrenince hemen Urfa’ya döndü. Yirmi gün kadar bir Nur talebesinin evinde kaldı. Mezarın hâlini görmek isteyince yakalandı ve tekrar şehir dışına çıkarıldı.
Aslında bir yolunu bulup tekrar gizlice Urfa’ya dönmek istiyordu ama artık orada emniyetin kendisine hizmet etme fırsatı vermeyeceğini anladı ve bir süre Antep’te kaldıktan sonra Adana’ya geçti.
Adana cemaati ona, o da Adanalılara âşina olduğundan kısa zamanda güzel bir hizmet zemini teşekkül etti. Abdullah orayı asıl hizmet mahalli olarak seçmekle birlikte sık sık bazı Nur talebelerini de yanına alıp çevre illere hizmet gezilerine giderek Nur’un bölgede intişar etmesine vesile oldu.
Ülkenin istikrarını, milletin huzurunu bozan 12 Mart Muhtırasını takip eden günlerde, ders esnasında dershaneye baskın yapıldı ve 47 kişi ile birlikte tutuklanarak hapsedildi.
O kadar Nurcunun girmesi ile Adana Hapishanesi de bir Medrese-i Yusufiye hâline geldi. Hemen hemen her koğuşta Nur dersleri yapıldı, mahkûmların çoğu namaz kılmasını ve Kur’ân okumasını öğrendi.
Abdullah Yeğin, hapishaneden çıktıktan sonra İstanbul’a gitti. Bir yandan istişarelere katılıp hizmetlerin işleyişine yardım ederken diğer yandan, daha önce Zübeyir Gündüzalp’in teşviki ile hazırlamaya başladığı Yeni Lügât’i tamamladı. Hizmet Vakfı’nı kurdu ve yönetti.
Bu arada, sık sık Almanya’ya ve Nur talebelerinin bulunduğu diğer Avrupa ülkelerine giderek hizmetin oralarda da inkişaf etmesine zemin hazırladı. Tevafuklu Kur’ân’ın tâb edilmesi için alınan matbaaya müzahir oldu.
Urfa’da yıllarca birlikte hizmet ettiği Zübeyir’in vefatından sonra, Nur hareketi içinde bazı farklı hizmet temayülleri başlayınca onun etrafında takva hâliyle yaşama ve dershanelerde münhasıran risâle okuma esasına dayanan bir hizmet grubu teşekkül etti.
Memleketi olan Kastamonu’da, Bediüzzaman’ın hatıralarını taşıyan yerleri korumaya itina gösterdi. Onun sekiz sene kadar kaldığı evin yerine, aslına uygun olmasa da yeni bir dershanenin yapılmasına vesile oldu.
Nur hizmeti dünyaya yayıldıkça, diğer saf-ı evveller gibi ona da yeni seyahat yolları açıldı. Onu Üstadının yadigârı sayan Nur talebeleri, yaptıkları faaliyetlere ve açtıkları dershanelere dâvet ettiler.
O da meslek, meşrep farkı gözetmeden ve uzak yakın demeden çağırılan her yere gidip dersler yaptı, hizmet maksadıyla tertiplenen sempozyumlara, konferanslara dinleyici olarak iştirak etti.
Bazı Nur talebeleri ve hizmet mevkuteleri, her sene Bediüzzaman’ın vefat tarihi olan 23 Mart günü, yaşayan diğer saf-ı evvellerle birlikte onu da ziyaret etmeyi ve yazılı, sesli, görüntülü röportajlar yapmayı âdet hâline getirdiler.
Abdullah da her gelene Risâle-i Nur’u ve Said Nursî’yi anlattı.
***
Yıl, 2009.
Abdullah Yeğin 85 yaşında.
Bu sene onun yetmişinci hizmet yılı.
Küçük bir orta mektep talebesi iken başladığı Risâle-i Nur hizmetleri sırasında çeşitli zorluklar çekti, zaruretler yaşadı, cezalar aldı, hapishanelere atıldı, sürgün edildi ve daha pek çok eziyetlere maruz bırakıldı.
Ama o vazgeçmedi.
İş güç, makam mevki sahibi olma, evlenip yurt yuva kurma, mal mülk edinme gibi dünyevî maksatlar, hedefler ve meşgalelerle hiç meşgul olmadı. Hizmete adadığı ömrünü hizmetle devam ettirdi.
Hizmet maksadıyla yeryüzünde gitmediği kıt'a, uğramadığı memleket kalmadı. Ülkede ve dünyanın değişik yerlerinde yüzlerce Nur dershanesinin açılmasına ve oralarda binlerce Nur talebesinin yetişmesine vesile oldu.
Nur hizmetinde yetmiş sene böyle geçti. Gittiği her yerde Nur’un intişar ve hizmetin inkişaf ettiğini gördükçe şevk aldı, şevk verdi. Bu müşfik ve müşevvik vasfı, bundan sonra da devam edecek inşaallah.
Çünkü o, Üstadının taltifiyle ‘Nurcuların ağabeyi’dir.
08.02.2009
E-Posta:
[email protected]
|