Bu hafta köşemiz, eski Yeni Asya’larda Kırkpınarlı Hasan imzasıyla pehlivan tefrikaları da yazan kırk yıllık okur ve yazarlarımızdan muhterem Hasan Aktunç’un:
***
Dile kolay. Yarım asra yakındır inancından en ufak bir taviz vermeden yoluna şuurla devam eden bir cerîde: Yeni Asya.
Kur’ân’dan, Sünnetten, İslâmdan, Risale-i Nur’dan, Üstaddan bahseden tek bir gazete yok idi memleketimizde. Böyle bir gazeteye bütün Nur talebeleri hasretti. Bu özlemdir ki, Zübeyir Ağabeyi köprü üstünde gazete satmaya sevk etmişti. İşte bu ileri görüşlü muhteremin teşebbüsü ile, cerîdemizin kurulmasının talimatı verildi. Ama nasıl?
Ruhta zengin, ama maddede fakir bir cemaat böyle dev gibi bir tesisi nasıl kuracaktı?
Bütün yurda kardeş ve ağabeyler gönderildi. Maddî ve manevî destek istendi. Balıkesir’e de Hakkı Bozkurt tavzif edilmişti. O, durumu anlattıkça kalbimiz yerinden kopacak gibi oluyordu. Sanki bir rüya yaşıyorduk.
Ama bu cemaat nafakasından kesti; hanımlar bileziğini, küpesini sattı ve gayeye ulaşıldı.
Çıkan gazeteyi gözümüze, bağrımıza, kalbimize basa basa okumaya başlamıştık.
İyi, ama bu nasıl devam edecekti?
Teknik yönü vardı, yazar kadrosu lâzımdı, dağıtım problemi, mâlî yükümlülükleri, v.s.
Bu maddî engeller iman gücü ile aşıldı.
Rahmetli Mustafa Polat, memleketini, Erzurum’da münteşir baba yayını Hürsöz’ü terk edip Yeni Asya’ya adapte oldu. Teknik işleri de o deruhde ediyordu. Başmakale onun kaleminden çıkıyordu. Gelen yazıları o okuyor, o yayınlıyordu. Elhasıl, beş-altı elemanın işini, yatağına uzanmadan, sandalyede şekerlemeler ile deruhde ediyordu. Nur içinde yatsın, Rabbim onu 28 yaşında bizden yanına aldı.
Yazar kadrosuna gelince... Astronomik ücretler ile yazı yazan muharrirler yerine, amatör bir yazı kadromuz ânî ve def’î olarak kısa zamanda vücuda geldi.
Kendi matbaa tesislerimizde basılmaya başladığımız o günü de hiç unutmam. Edirne’den Van’a kadar yüzlerce ihvan gelmişti. Sungur Ağabey ilk düğmeye basmış ve rotatifler duâlarla dönmeye başlamıştı.
Allah’a şükür, Yeni Asya dev basın arasında sesini yükselterek devam ediyordu. Fakat daha işin başından itibaren muarız kuvvetler işlemeye başladı ve bugüne kadar devam etti.
Önce safdil mübarek bir zümre “Risale-i Nur varken gazete ne oluyor?” deyip muhalefet etti. Hattâ Zübeyir Ağabeye “Sen çocuk musun, gazetecilik yapıyorsun?” diyenler çıktı. Ardından, kendilerini sütten çıkmış ak kaşık gibi gösterip Yeni Asya’yı siyasetçilikle itham edenler oldu.
Böyleleri yüzde 90’ı Kur’ân ve Sünneti anlatan, Risale-i Nur kokan, Üstadı ve dâvâsını tanıtan Yeni Asya’nın nurundan kaçıp, ateş böceği misali ışıklardan medet arayan ve mantar gibi piyasaya çıkan matbuatın peşindeler.
Yeni Asya ki, defalarca, günlerce, haftalarca, aylarca, hattâ 12 Eylül sonrası bir yıldan fazla kapatıldı. Niçin? Hakikati neşretmekten bir milim taviz vermediği için.
Demek istiyorum ki, Yeni Asya bir ekoldür. Bâbıâli’nin imanlı ve muhafazakâr kalemlerinin yüzde 90’ı bu tedristen geçmiştir. Burada tegaddî edip başka yerlerde meyve veriyorlar.
Tirajımız az imiş. Kim dedi? Gayb perdesi bir açılsa, milyon, milyar kàrilerini bir görseler...
Allah’a şükür, kırk yıldır hiç aksatmadan Yeni Asya’yı okuyoruz ve son nefesimize kadar da okuyacağız.
Napolyon, hakaret olsun diye Keçecizade Fuat Paşaya sormuş:
“Dünyanın en kudretli devleti hangisidir?”
Paşa, “Biziz ekselans” demiş ve devam etmiş:
“Evet, biziz. Çünkü 600 senedir siz dışarıdan, biz içeriden bu devleti yıkamadık.”
Ben de diyorum ki:
En kavî biziz. Çünkü kırk senedir dostun düşmanın tehacümüne rağmen hâlâ ayaktayız.
09.02.2009
E-Posta:
[email protected]
|