Yerli ve yabancı kaynakların bir çoğunda Yeni Osmanlıların 1902'de Paris'te yapmış oldukları zirve toplantısından "Jön Türklerin I. Kongresi" şeklinde bahsedilmesine rağmen, toplantıya başkanlık eden Prens Sabahaddin Bey gibi zâtların nazarında bu içtimaın ismi "Ahrar–ı Osmaniye Kongresi"dir.
Dolayısıyla, Mizancı Murad gibi Prens Sabahaddin Bey de bu "Ahrar–ı Osmaniye" isim ve mânâsına tâ başından beri sâdık kalmış ve hiçbir zaman da bundan vazgeçmemişlerdir.
Nitekim, İttihatçılarla yollarını ayırdıktan sonra bile, yine aynı ismi kullanmış ve hatta 14 Eylül 1908’de kurmuş oldukları partinin ismini de "Ahrar–ı Osmaniye Fırkası" şeklinde kabul ve ilân etmişlerdir.
İşte bu Ahrar, Namık Kemâl'in tâbiriyle "Namert korkulardan sıyrılan ve bir heyecân–ı âteşîn kesilerek beşeriyet âleminde güneş gibi parlayan hürriyet hakikati"nin bir bakıma yeniden doğuşudur.
(Ara notu: Üstad Bediüzzaman, 1950'de iktidara gelen Demokratlar'ı kast ederek aynen şunu söyler: "Ahrar Fırkası, yine otuz beş sene sonra dirildi, yine uyandı."—Beyanat ve Tenvirler, s. 202; 1970 yılı baskısında ise, s. 11—Demek ki, Ahrar ve Demokrat'ı, birbirinin devamı ve aynı kökten gelen, aynı misyona bağlı partiler mânâsında anlamak gerekir.)
1908 ve 1912 yıllarında yapılan seçimlere de aynı isimle katılan Ahrar Fırkası, İttihatçı komitacıların şiddetli baskısı sebebiyle, ne yazık ki Meclis'te yeterli bir varlık gösteremedi.
1912 yılı seçimlerinin hemen her yönüyle şaibeli olduğunda, tarihçilerin çoğu hemfikirdir. "Sopalı seçim", yahut "dayaklı seçim" diye de kayıtlara geçen ve birkaç kez tekerrür etme mecburiyeti hasıl olan bu tarihlerdeki (1912–14) seçimler, peşpeşe patlak veren İtalyan, Balkan ve Harb–i Umumî gailesinin de eklenmesiyle, esasında seçim olmaktan çıkmış, İttihatçıların bir nevi oyun arenasına dönüşmüştür. Komitacılar, seçime katılan hemen hiçbir partiye hayat hakkı tanımamış; bu sebeple, memeleket tek parti diktatoryasına mahkûm edilmiştir.
1908'de yapılan ilk seçimlere dönecek olursak, bu dönemde sadece iki partinin öne çıktığını ve seçimlere iştirak ettiğini görmekteyiz: İttihad ve Terakki Fırkası ile Ahrar–ı Osmaniye Fırkası.
Ahrarların İstanbul dışındaki bölgelerde katılma imkânını bulamadığı bu seçimi İttihatçı adaylar kazanır. Ne var ki, Meclis'in 17 Aralık'ta açılmasıyla birlikte, birçok mebus İttihatçılardan ayrılarak Ahrar tarafına geçer. Böylelikle Ahrar, Meclis'te ana ve yegâne muhalefet partisi vasfını kazanır.
Hükümet ve devlet merkezi olan İstanbul'a geldikten sonra İttihatçıların komitacılık çehresiyle tanışan şahsiyetli ve kapasiteli mebusların Ahrar tarafına geçmesine paralel olarak, dönemin etkili gazeteler de İttihatçılara cephe alır; dolayısıyla Ahrar Fırkasını desteklemeye yönelir. Bu gazetelerin belli başlı olanları şunlar: Mîzân, İkdam, Sabah, Serbestî, Yeni Gazete, Sadâ–yı Millet ve Servet–i Fünûn.
Bu durum karşısında adeta çılgına dönen İttihatçılar ise, en güçlü oldukları komitacılık faaliyetleriyle iş görmeye koyulurlar: Başta Serbestî gazetesi başyazarı Hasan Fehmi Bey olmak üzere, Ahrar'a destek veren diğer gazetelerin yazarları da birer birer vurularak katledilir.
Derken, 13 Nisan 1909'da mahiyeti hâlâ tam aydınlatılamayan meş'um "31 Mart Vak'ası" patlak verir. İttihatçılar, bu fırsatı hiç kaçırmaz. El altından derhal bir organizasyon yürütülür ve bu dehşetli sosyal kriz, kelimenin tam anlamıyla bir fırsatçılığa dönüştürülmeye çalışılır.
Selanik'te bulunan Üçüncü Ordu'yu İstanbul'daki kanlı arenadan haberdar eden İttihatçılar ve onların arkasındaki karanlık mihraklar, ele geçirmiş oldukları "31 Mart Vak'ası" kozunu artık gönüllerince ve tepe tepe kullanacaklardır.
Nitekim, öyle de yaptılar. Selanik'li dönmelerin başını çektiği bu orduya, Balkan komitacıları ile Makedonya'daki Rum ve Bulgar çetecileri de dahil ederek "Hareket Ordusu" nâmı verildi. Selanik'ten İstanbul'a doğru trenlerle sevk edilen bu derme çatma ordunun hemen bütün efradının bildiği bir tek şey vardı: Vurmak, kırmak, öldürmek ve yağmalamak...
İstanbul'daki Avcı Taburlarıyla, bu orduya karşı konulabilirdi. Ancak, bunu da Sultan Abdülhamid istemedi. "Kardeşi kardeşe kırdırtmam" dedi.
Ne var ki, ihanet planı son derece gizli çok da dehşetliydi. İstanbul'u kademeli şekilde ve neticede bütünüyle ele geçiren bu ordu, önce sıkıyönetimi ilân ettirdi, ardından Meclis Başkanı Talat Beyin de oluruyla fırsat bu fırsat diyerek Sultan Abdülhamid'i tahttan indirdi. Dahası, Yıldız Sarayını bile çapul ve yağma ettirerek, esasında nasıl bir karaktere sahip olduğunu gözler önüne sermiş oldu.
Hemen ardından tutuklamalar başladı. Hedefte İttihad–ı Muhammedî Cemiyeti ile Ahrar Fırkasının mensupları vardı.
Bunların içinde idamı istenenler, önceden tesbit edilmiş ve yaklaşık seksen kişilik bir liste mahkeme başkanlığına sunulmuştu... İdamı istenenler arasında İttihad–ı Muhammedî mensubu ve Ahrarların dostu olan Üstad Bediüzzaman da vardı. Ondan önce on altı kişi yargılanmış ve istisnasız tamamı idama mahkûm edilmişti. İlâhî inayet ve mahkemede yapmış olduğu desitânî müdafaa sayesinde beraat ederek kurtuldu. Ayrıca, kendisiyle birlikte 30–40 kişinin daha kurtulmasına vesile oldu.
Bununla beraber, rejimin ismi Meşrutî Monarşi olmasına rağmen, uygulama ise tam anlamıyla "şiddetli istibdat" şeklinde hükümfermâ idi.
Meşrûtiyetin mânâ ve mahiyetinden uzaklaşan İttihat–Terakki hükümetleri, bu tarihten sonra baskıcı politikaları daha da şiddetlendirerek, hem dahilde, hem de hariçte helâket ve felâket fırtınalarının kopmasına bir bakıma sebebiyet verdiler.
1918 yılı sonlarına gelindiğinde, İttihatçılar, Osmanlı Devleti gibi kendi iktidarlarının da sonunu getirmiş oldular.
Onların bir kısmı kaçtı gitti; içlerinde izzet ve şeref sahibi Enver Paşa gibi şahsiyetler de vardı. Geriye kalan İttihatçı artıkları ise, Cumhuriyet hükümetlerinin kurulmasıyla birlikte, yeni ve eskisinden çok daha dehşetli, hatta mutlak mânâda bir dikta rejimini tesis etmeye koyuldular.
Kaynaklar: Bu karanlık döneme bir nebze de olsa ışık tutmaya yarayacak birkaç kaynak ismini şu şekilde zikredebiliriz: 1) Bernard Lewis, Modern Türkiye'nin Doğuşu, Ankara 1984; 2) Reşat Ekrem Koçu, Türkiye'de Seçimin Tarihi, Tarih Dünyası Dergisi, İstanbul 1950; 3–4) İ. Hami Danişmend, 31 Mart Vak'ası ile İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi; 5) T. Zafer Tunaya, Türkiye'de Siyasi Partiler, İstanbul 1984.
12.02.2009
E-Posta:
[email protected]
|