Hemen her gün “İslâmın fıtrat dini olduğunu” gösteren yeni haberlerle karşılaşıyoruz. İnsanoğlu, ‘fıtrat/yaradılış dini’ olan İslâmı bilmediği ve yaşamadığı için ‘kafa’sını—maalesef—o duvardan bu duvara vurmaya devam ediyor. Hangi mes’ele, “Ter-ü taze iman esasları” dışında halledilebilir ki?
İnsanlığın hakikati tasdik eden tesbitleriyle ilgili bu haberlerden birinde şöyle denilmiş: “Oxford ve Yale Üniversitesi psikologları inancın doğuştan var olduğunu ileri sürdü. Araştırmada, insanın bebekken ruh ve bedenin ayrı olduğunu fark ettiği, 7-8 yaşlarında ise çevredeki varlıkların bir güç tarafından yaratıldığına inandığı belirtildi. Prof. Paul Bloom, ‘Bu, inanç ihtiyacının kültürel değil doğal olduğunu kanıtlıyor’ dedi.” (Sabah, 10 Şubat 2009)
Bakınız, “Her doğan çocuk muhakkak İslâm fıtratı üzerine doğar. Sonra anasıyla babası onu Yahudi veya Hıristiyan veyahut da mecûsî yapar” (Hadis-i Şerif, Buhari, Cenaze: 664)” tesbiti hepimizin bildiği bir gerçek değil mi? İslâm dünyası bu gerçeği asırlardan beri bilir ve yeri ve zamanı geldiğinde de ifade eder. Felsefe ile hareket eden ‘akıl’ sahipleri ise bu gerçeği daha yeni tesbit edebilmiş. Tabiî ki ‘buna da şükür’ demek lâzım.
İlla “her mes’eleyi akıl feneri ile halledeceğiz” diyenler tarihî gerçekleri ancak asırlar sonra keşfedebiliyorlar. O halde bu keşifleri yapanlara, şu ana kadar inkâr ettikleri ‘gerçekler’i bir an önce kabul etmeleri gerektiği söylense acaba tepkileri ne olur?
Aynı günkü gazetede başka bir haber de dolaylı olarak İslâmın “ter ü taze esasları”na uymak gerektiğini hatırlatıyordu. Bahsi geçen haberde özetle, çocuklarda ‘ergenlik çağı’nın 10 yaş altına düştüğü ifade edilerek Avrupa Birliği’nin de bu gelişmeler karşısında ‘veli’leri ciddî ikâz ettiği anlatılmış. (agg.)
Tıbben de büyük mahzurlar doğuran bu gelişmeler karşısında insanlık ne gibi tedbirlerle karşı koyacak? ‘Uzman’lar güya çare olarak çocukların hormonlu yiyeceklerden uzak durmasını, turfanda sebze-meyve yememesi ve her türlü kozmetikten de uzak tutulmasını tavsiye ediyormuş. Elbette bunlar da bir çaredir, ama asıl ‘çare’ nedense unutuluyor ya da unutturuluyor.
Çocukları tehdit eden bu gelişmenin en birinci sorumlusu ‘müstehcen yayınlar’dır. Ki bu konuda değerlendirme yapan uzmanlar, TV ve kontrolsiz internetin çocukları bu konuda tetiklediğine dikkat çekiyorlar. Asıl çare, çocuklarımızı ve tabiî ki kendimizi bu tuzaklara karşı koruyabilmemizdir. Her gün sayısız müstehcen görüntü ile tetiklenen çocuklar elbette erken yaşta ergenlik yaşarlar. O halde en başta müstehcen yayınları masaya yatırmak gerekecek.
İşin tuhafı, güya bu ‘tehlike’lere dikkat çeken haberleri yayınlayan gazeteler de müstehcenlikte ‘rakip’leriyle yarışıyor. Lütfen, iki yüzlü yayıncılık bir yana bırakılarak ‘gerçek tehlike’nin farkına varılsın. Türkiye ‘müstehcen yayın’ların kendisine ne kadar zarar verdiğini ne zaman anlayacak? ‘Tek başına iş başına’ gelenlerin gündeminde, ajandasında böyle bir ‘tehlike’ maddesi ve çaresi yer alıyor mu?
Almıyorsa vay halimize!
12.02.2009
E-Posta:
[email protected]
|