Mahallî seçim sürecinin en hararetli tartışmalarının başında gelen CHP’nin “çarşaflıları kabulü” ve “mahalle evleri bünyesinde Kur’ân kursu açılması projesi”nin “açılım” ya da “atılım” olup olmadığı tartışmaları devam ediyor.
Tartışmaların günübirlik politik kıskançlık ve atışma alanına giren kısırdöngü kısmının pek bir kıymeti yok. Burada önemli olan, siyasetin vatandaşla arasındaki bariyerleri ortadan kaldırıcı çabaya girmesi, halka yakınlaşması, milletin değerleriyle buluşmasıdır. Elitist ve halktan kopuk politikaların milletin ortak değerlerinde buluşma ihtiyacını hissetmesidir…
Demokrasiyi yaralayan her darbe ve ara dönemde alabildiğine istimal edilen “lâik – antilâik” çatışmasıyla hâricî ve işbirlikçi darbeci dahilî ifsad şebekelerince tezgâhlanan kamplaşma ve kutuplaşma komplosunu boşa çıkarması ve gerginlikleri azaltması açısından bunun ehemmiyeti büyüktür…
CHP’NİN ÇARŞAF VE KUR’ÂN KURSU
AÇILIMI ÖNEMLİ…
Bunun içindir ki Bediüzzaman, Cumhuriyetin başından itibaren “ecnebinin politikasına âlet olmamak” ve “hayat-ı içtimaiyeyi tamamen zîr-ü zeber eden bir zehir ve hâriçteki düşmanların parmak karıştırmalarına tam zemin hazırlayan” etnik ve mezhebî ayırım ve iftirak fitnesinden vatan ve milleti muhâfaza etmek için, siyaseti ve devleti sürekli ikaz eder. Siyasî partilerin ve siyasetin dine, mukaddesata ve mânevî değerlere saygı ve hizmeti esas almalarının vatan ve milletin geleceği açısındaki değerine dikkat çeker…
Bu maksatla bu konuda en çok istimal edilen “lâikliğin anlamı” üzerinde durur. Tek parti döneminden başlayarak sürekli başta Halk Partisi olmak üzere bütün siyasî partileri ve siyasetçileri ikaz eder. Cumhuriyetin “dinsizlik hesâbına imânına ve ahiretine çalışanları mes’ul edecek kânunları yapan ve kabul eden bir dehşetli şekle girmesi”nden sakındırır. “Eğer ‘lâik cumhuriyet’ soruyorsanız; ben biliyorum ki, lâik mânâsı bîraf kalmak, yani hürriyet-i vicdan düsturuyla dinsizlere ve sefâhetçilere ilişmediği gibi, dindarlara ve takvâcılara da ilişmez bir hükûmet telâkki ediyorum” izâhını yapar. (Tarihçe-i Hayat, 358)
Yine bu esaslarla, “bîtaraf ve hürriyetperver olması lazım gelen hükûmet-i Cumhuriyeyi (devleti), dinsizliğe taraftar ve entrikaları çeviren ve hükûmetin (devletin) memurlarını iğfal eden gizli menfi komitelerden tefrik edip (ayırıp) hükûmetin onlardan uzak durmasını” ister. O komitelerden tesâdüfle hükûmetin memuriyetine girenlerin ciddî dindarlara takmak için “irtica kulpu”nu kullandıklarını bildirir. “Gizli müfsidlerin vatana ve millete muzır efkârlarına” dikkat çeker. (Tarihçe-i Hayat, 212)
Ankara’ya gönderdiği mektuplarda, mahkemelerdeki savunmalarında, “hürriyetin en geniş şekli olan Cumhuriyet”in, “âsâyişi bozmak ve idareyi karıştırmak isteyenler”in dindarlar hakkında “hükûmeti (devleti) iğfal, emniyeti ve adliyeyi lüzûmsuz işgal ve şaşırttıkları”nı nazara verir.
İşte siyasetin sözkonusu “çarşaf ve Kur’ân kursu açılımı” bu açıdan önemli bir gelişme. Bu gelişmeye arka çıkan ve Baykal’a, “Sayın Genel Başbakan’a dik durmasını tavsiye ederim” diyen Başbakan Erdoğan’ın seçim yaklaştıkça “CHP çarşafa dolandı” türü politik söylemlere yönelmesi, bundandır ki itici gelmekte. Baştan beri yasadışı dayatılan başörtüsü yasağını kaldırmak için “geniş toplumsal uzlaşma” adına “CHP’nin mutâbakatını” arayan Başbakan’ın, tam da CHP’nin “çarşaf” ve “Kur’ân kursları”yla milletin değerleriyle barışmaya yanaşma irâdesini açıkladığı bir süreçte, yeniden meseleyi “samimiyet sorgulaması”na tabi tutması, kimi çarşaflıların “rozet iâdesi”nden hareketle “İnsan samimi olmayınca çarşaflıyor; millet de bunları çarşafa doluyor” türü incitici siyasî tevillere sapması, doğrusu hiç de yakışık almıyor.
Başta dinî bir vecîbe olan başörtüsü özgürlüğü olmak üzere, halkın dinini, dininin temel kitabını öğrenmesi ve din dersleri gibi hizmetler için altı yıl boyunca “CHP’nin oluru”nu gerekli gören Erdoğan’ın, gelinen noktada hangi vesileyle olursa olsun bu gerçeğe yaklaşmasını “Hani dini siyasete âlet etmeyecektiniz!” türü yüklenmelerle karşı çıkmasının hiçbir maslahatı yok…
SİYASETİN MİLLETLE BÜTÜNLEŞMESİNE
KUVVET VERİLMELİ…
Başbakan’ın ve bütün partilerin bu konuda CHP’nin geldiği merhâleye destek vermeleri, meseleyi “siyasî inhisarcılık” cenderesinin ve “oy avcılığı” hesaplarının üstünde tutup ülkenin geleceği açısından olumlu yorumlayıp cesâretlendirmeleri, siyasî sorumluluğun icâbıdır. Başka birçok konu siyasî rekabet ve tartışma alanı olabilir. Ama partilerin milletin temel değerlerine, inanç ve mâneviyatına hizmet ve saygıları her halûkârda bu kavganın dışında tutulmalıdır…
Burada kapsamlı bir değerlendirme şarttır. Yapılacak olan zaten iç ve dış “lâikçiler” tarafından topa tutulan bu siyasî irâdeye yardımcı olmak, sözkonusu mihrakların tekrar tekrar “lâiklik”, “ilke ve inkılâplar” bahanesiyle yaptıkları saldırıları püskürtmektir. Siyasî partiler elbette milletin takdirini kazanmakla yükümlüdürler. Halka rağmenci ve halkta kopuk siyasetin başarılı olması mümkün değildir. Türkiye’nin bütünleşmesi, toplumun karşılıklı tahriklerle kamplaşma ve kutuplaşmadan kurtarılmasının yolu budur.
Siyasî partilerin muhâfazakârlaşan toplumun gözüne girmeleri için yıllardır izledikleri antidemokratik yanlış ve esassız politikaları terk etmelerini, “Ama bir zamanlar böyle değildiniz!” benzeri târizlerle, basit siyasî hesaplarla akamete uğratılmamalıdır. Türkiye’yi bölmeyen, parçalamayan, ülkenin üstüne duvarlar açmayan, siyasî rakiplerini karalamayan ve milletin inançlarına hizmeti esas alan siyasî söylem ve irâdeye kuvvet verilmelidir. CHP dahil bu ülkenin bütün siyasî partilerinin milletin değerleriyle barışık olmasının bir gereklilik olduğu hususu hatırdan çıkarılmamalıdır. CHP “redd-i mirâs” gibi tartışmaların çıkmazına sokulmamalıdır…
Bütün demokrasilerde olduğu gibi siyasetin milletin maddî ihtiyaçlarına olduğu gibi ancak dine hizmeti ve saygıyı yüklenen gerçek konumuna dönmesine herkes yardımcı olmalıdır…
12.02.2009
E-Posta:
[email protected]
|