Osmanlı devlet sisteminin ınkıraza doğru gittiğini ve yakın bir gelecekte yıkılmasının artık mukadder bir âkıbet olduğunu görenlerin başında, yine Namık Kemâl ve Ziya Paşa gibi basiretli edipler, şairler geliyor.
Onlarla birlikte samimane bir niyet ve gayretle çare arayışına giren diğer bazı şahsiyetleri de şu şekilde sıralamak mümkün: Şinasî, Agâh Efendi, Ebuzziya Tevfik (Yeni Osmanlılar kitabının yazarı), Mahmut Celaleddin Paşa (Prens Sabahaddin'in babası), Ahmet Rıza Bey, Ali Suavi...
İçerde Yeni Osmanlılar, Avrupa'da ise Jön Türkler diye isimlendirilen bu grubun üyeleri arasında zaman zaman ihtilâflar çıkmıştır. Normaldir. Önceleri Sultan Abdülaziz, ardından Sultan Abdülhamid, grubu dağıtmak ve çökertmek için, zaman zaman müdahil olmuş ve etkileyici taktikleri kullanmışlardır.
Ancak, buna rağmen, muhtemel bir inkıraza karşı düşündükleri çare arayışına devam etmişlerdir.
Namık Kemâl ve dâvâ arkadaşlarının düşündükleri ve hayata ikame etmek istedikleri çare, sistemin temel taşları olarak inandıkları hürriyet, meşrûtiyet ve adâlet mekanizmasının hakkıyla oturtulmasıydı.
Bunlar hayata geçirildiği takdirde, Osmanlı'daki monarşik devlet sisteminin yıkılmasından dolayı herhangi bir korku ve endişe içine girmeye gerek kalmazdı.
Büyük bir azim ve irade ile sürdürülen gayretler, 1876'da nihayet semeresini verdi: Meşrûtiyet ilân edildi, Anayasa kabul gördü ve parlamenter sistem hayata geçirildi.
Ne var ki, hamiyet sahiplerini sevince gark eden bu durum uzun sürmedi. 93 Harbi denilen Osmanlı–Rus Savaşı (1877–78) sebebiyle, herşey değişti ve yeniden "eski hâl"e dönüş yapıldı.
Haliyle, hürriyet ve meşrûtiyete inananların mücadelesi de durmadı, olanca hızıyla devam etti; ancak, daha ziyade hudut haricinde olmak üzere...
Ayrışma başlıyor
Namık Kemâl'in 1888'de vefat etmesiyle birlikte, bir ismi de "Ahrar–ı Osmaniye/Osmanlı Hürriyetperverleri" olan Jön Türkler arasındaki ihtilâf da iyice belirginleşmeye başladı.
Nitekim, bundan bir yıl sonra (1889) Askerî Tıbbiyeliler arasında gizli bir grup hareketinin teşekkül etmeye başladığı görüldü. Süreç içinde değişik isimler kullanan bu grup, nihayet 1902'de İttihat ve Terakki Cemiyeti şeklini aldı.
Gariptir ki, bu ismin ortaya çıkmasıyla birlikte, eski isimlerin hemen tamamına adeta sünger çekildi. Artık varsa–yoksa İttihat ve Terakki...
Başlangıçta Mizancı Murat, Prens Sabahaddin gibi liberal ve hürriyetçi görüş sahiplerinin etkili olduğu bu cemiyet, özellikle Selanik kökenli dönmelerin merkezî yönetime sızmaya başlamasıyla birlikte bozulmaya yüz tuttu.
Bu cemiyette ayrışma ve bölünme, 1902'de Paris'te yapılan I. Jön Türk Kongresinden sonra iyice belirginleşti. Jön Türkler, İttihat–Terakki ile Ahrarlar olarak resmen ikiye ayrıldı.
Ahrar grubun liderliğini Prens Sabahaddin ve Mizancı Murat Beyler, İttihatçıların liderliğini ise milliyetçi geçinen Rıza Bey yapmaya koyuldu.
Böylelikle, 1908 Türkiye'sinde suyüzüne çıkacak ve yıllar yılı rekabetkârâne devam edecek olan iki eksenli siyasî yapı, devlet ve millet hayatında kendini iyiden iyiye hissettirmeye başladı.
Bunlardan birincisi olan Ahrar'ın en büyük dayanağı, iktidara gelmek için milletin hür iradesine dayanmak iken, İttihatçılarn en büyük kozu ise, komitacılık mantığıyla devletin içine sızmak ve iktidar uğruna icabında güç kullanmaktan çekinmemek.
İşte, son yüz yıllık "Demokrasi ve darbeler tarihi"miz, bu iki anlayış ve iki eksen etrafında şekillenerek süregeledi.
Ahrar ve Demokratlara ikişer darbe
Bediüzzaman Hazretleri, 1950'li yılların sonlarında kaleme aldığı bir mektubunda şimdiki Demokratları Meşrûtiyet devrinin Ahrarları olarak gördüğünü ifade ederken, aynı misyona sahip olan bu partilerin dehşetli ikişer darbeye mâruz kaldığını ve kalacağını şu ibretnümâ sözlerle ifade ediyor:
"Eskiden nasıl Ahrarlar iki defa başa geçtiği halde, az bir zamanda onları devirdiler. Onların müttefiki olan İttihad–ı Muhammedî efradının çoklarını astılar. Ve 'Ahrar' denilen Demokratları kendilerinden daha dinsiz göstermeye çalıştılar. Aynen öyle de, şimdi bir kısmı dindarlık perdesine girip Demokratları din aleyhine sevk etmek veya kendileri gibi tahribata sevk etmek istedikleri kat’iyen tebeyyün ediyor.
"Şimdi de aynen İttihad–ı İslâmdan olan Nurcular, büyük bir yekûn teşkil eder. Demokratlara bir nokta–i istinaddır. Fakat Demokrata karşı eski partinin (CHP'nin) müfrit ve mason veya komünist mânâsını taşıyan kısmı, iki müthiş darbeyi (Aciptir ki, DP'ye karşı yapılan 27 Mayıs 1960 ve AP'ye karşı yapılan 12 Eylül 1980 darbelerini haber veriyor) Demokratlara vurmaya hazırlanıyorlar." (Emirdağ Lâhikası, s. 271; 1994, Yeni Asya N.)
V E F İ Y Â T
Aziz ve muhterem ağabeyimiz Aziz, Şevket ve Halil Özbey kardeşlerin annesi Rahime Hanım ile İsmail ve Necat Şen kardeşlerin babası, ağabeylerimiz Ramazan ve Hüseyin Çakır'ın dayıları Reşat Şen, Dâr–ı Bekà'ya irtihal etmişlerdir.
Merhum ve merhumeye Cenâb–ı Hak'tan rağmet ve mağfiret diler, yakınlarına taziyetlerimi sunarım. MLS
Açılım ve devrimler
Umumî kanaate göre, CHP'nin "çarşaf ve Kur'ân kursu açılımları", oy hesabına yönelik birer "çalım"dan ibaret.
Yani, bu açılımların samimiyet ve ciddiyetle bağdaşır bir yönünün bulunmadığı kanaati var.
Ancak, bu açılımlara yine de farklı şekilde tepki gösterenler yok değil: Kimileri bu tür gelişmelerden memnun olduğunu söylerken, kimileri tereddütlü yaklaşıyor ve kimileri de zehir–zemberek tepkiler düzmekten geri durmuyor.
İşte, şu üçüncü gruba girenlerden biri de Sabah gazetesi yazarı Hıncal Uluç'tur. Uluç, "Bu CHP'ye oy vermek Cumhuriyet'e ihanettir" başlığıyla çıkan 7 Şubat 2009 tarihli yazısında, ortalığı adeta yangın yerine çeviriyor ve şu ateş–pâre lâfları peşisıra diziveriyor:
"Bir parti, kurucusu Atatürk'e ve onun ilkelerine ancak bu kadar ihanet eder. Yahu Deniz Hocam! Sen herkesi kör, alemi sersem mi sanırsın. Çarşaf açılımının ardından gelen 'Her mahalleye Kur'ân Kursu' karşı devrimi, bir seçim hilesi değil de nedir? Kime yutturuyorsun?
"Her mahalleye Kur'ân Kursu"nun ucunun ne kadar açık olduğunu, memleketi nerelere götürebileceğini görmekten, düşünmekten de mi acizsin hocam, yoksa oy hırsı gözlerini kör mü etti?
"Peki, kara çarşaf açılımının, Atatürk'ün 'Efendiler buna şapka derler' diye başlattığı kıyafet devriminin hem de tam özüne tükürmek olduğunu bilmez misin sen?"
11.02.2009
E-Posta:
[email protected]
|