CHP: Laiklik yeniden tarif edilsin!
Başlıktaki gibi “Çarşaf açılımı” ve “Her mahalleye bir Kur’an kursu” vaadi ile CHP, “Laiklik yeniden tarif edilsin!” mi diyor? Hayır demiyor. Daha doğrusu “açıkça” demiyor. Ama bu açılım ve vaatlerin savunulması sadedinde söylenenler, aynen laikliğin yeniden tanımlanması talebinden ibarettir. CHP ve Baykal, çok ağır suçlamaların hedefi oluyor. Sabih Kanadoğlu’na göre “Bu hatayı tarih affetmeyecek”, Vural Savaş’a göre yapılan “Tam bir vatan hainliği!” İlhan Selçuk’a göre “CHP yöneticileri ne yapacaklarını şaşırmış durumda” ve Hıncal Uluç’a göre “Bu CHP’ye oy vermek vatana ihanet” niteliğinde. Bu suçlamalar karşısında savunma yapacaksınız. Çarşaf da, Kur’an kursu da, Türkiye’nin laiklik şablonunda el yakacak işler.
İktidarda olduğu halde, kapatılmanın kıyısından dönmüş ve bağrına “laiklik karşıtı eylemlerin odağı olma” yaftası asılmış bulunan AK Parti’nin lideri Başbakan Erdoğan, “Bizi kapatmaya yeltenenler bunları görmüyor mu?” sorusunu boşuna sormuyor. El yanıyor, dil yanıyor, parti yanıyor bu işlerden dolayı.
Hele o, “laikliğin yeniden tanım lanması” işi... Başsavcı’nın iddianamesinde o iş, TBMM Başkanı Bülent Arınç için siyasi yasaklılık gerekçesi olarak sunulmamış mıydı? Bizzat Baykal’ın kendisi, Cumhurbaşkanı’nı bu yüzden boykot etmekte değil miydi? Şimdi ne diyor Baykal bakın:
“-Kur’an öğretilsin demek din istismarı sayılır mı? Bu çok tehlikeli bir laiklik anlayışı. İnsan haklarının temellerinden biri de inanç özgürlüğü ve inancını öğrenme özgürlüğüdür.” Neymiş efendim? Ortada “Çok tehlikeli bir laiklik anlayışı” varmış. Ve bu, bir inanç özgürlüğü imiş!
Hele şükür! Bizim Maraş tarafında bir söz vardır: -Gelirsin mescide amma nice meyhaneden sonra denir. Aynen öyle... Birilerini laiklik karşıtı eylemlerin odağı olma suçlamasıyla ipe gönderirsin, sonra sen, “laikliğe ihanet” suçlamaları ile karşı karşıya kaldığında laikliği yeniden tanımlamaya kalkarsın. Radikal gazetesine konuşan Baykal; -Dinini öğrenmenin her vatandaşın hakkı olduğuna işaret etmiş.
-Batı medeniyetinin iyi anlaşılması gerektiğini vurgularken insan haklarının temellerinden birinin inanç ve inancı öğrenme özgürlüğü olduğunu kaydetmiş. -Bu talebi ‘istismar’ alarak görmenin “sapıklık” olacağının altını çizmiş. -Belediyelerin Kur’an eğitimi vermesi gerektiğini savunurken şöyle konuşmuş:
“Belediyelerde bilgisayar, lisan kursu veriyoruz. Talep olursa, Kur’an kursu da verilebilir. Kur’an öğreteceğiz diyene ‘devlet elden gider, laiklik elden gider’ denebilir mi? Sonra, “Bu memlekete komünizm -ya da şeriat- gelecekse onu da biz getiririz” jargonunda devam etmiş:
“-Sorun Kur’an öğretmekte değil. Kur’an’ın doğru öğretilmesini öneriyoruz. Biz diyoruz ki, bu işi mahalle arasından, kenardan köşeden çıkartalım. Tarikatlara, cemaatlere bırakmayalım. Diyanet İşleri’nin katkısıyla, sadece ezberini değil, doğru yorumunu, bilinçli aktarımını verelim. Bu eğitim Diyanet gözetiminde Cumhuriyete, Atatürk’e saygısı olan sorumlu eller tarafından verilsin istiyoruz.” Ya işte böyle...
Kur’an böyle öğretilirse neden sorun olsun ki! Hoş bugüne kadar da Kur’an kursları Diyanet denetiminde çalışıyordu ama olsun “CHP’nin Diyaneti” daha bir başka Kur’an öğretimi yapacaktır. Baykal’ın şu yukarıda alıntıladığım tüm sözleri, “Yeni bir laiklik tanımı” arayışını ifade etmektedir. Bu, Türkiye için önemli bir gelişmedir.
CHP şu anda, laiklik konusunda, kendi çizgisi ile ve o çizginin fanatik bağlıları ile cedelleşmektedir. Avrupa’dan yakın zamanda böyle sesler gelmekteydi. Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu eş başkanı Joost Lagendike, “Türkiye’nin laikliği daha ılımlı bir niteliğe kavuşmalı. Hiç olmazsa Fransa gibi olun” demişti.
CHP’de jeton düştü. Artık “Ilımlı İslam” olmasa bile “Ilımlı Laik” bir Türkiye’ye doğru yol almakta olduğumuz anlaşılmıştır. Bunun arkasında hangi emperyalist hesap var, onu Ergenekon yararına çözmeye çalışacaktır. Belki de bu işin çözümü, eski Cumhurbaşkanımız Ahmet Necdet Sezer tarafından gerçekleştirilecektir.
Bu iş, CHP’ye oy getirir mi? Göreceğiz. Ama, bu işin, artık Türkiye’de tarihin tekerleğini bir başka biçimde döndüreceğinden emin olabiliriz. Sizce CHP, bundan böyle, laikçi bir iç darbe yaşamadan, yeniden katı laikçi şablonlara dönüş yapabilir mi? Bence bundan sonra tüm demokratlar, CHP içi bir darbeye karşı Baykal’ı savunmak zorundadırlar. Çok karmaşık bir ülkede yaşıyoruz değil mi?
Bugün, 10.2.2009
|
Ahmet Taşgetiren
11.02.2009
|
|
Laikliğin amacı özgürlüğü korumaktır
Din özgürlüğüyle ilgili haklı taleplere “ama laikliğe aykırı” diye, adeta yüce bir gerçeğe atıfla karşı çıkanlar, araç ile amacı birbirine karıştırıyorlar. Laikliği insan haklarına aykırı biçimde tanımlıyorlar, bu yanlış anlam ve içeriğiyle onu amaç haline getiriyorlar ve sonuçta asıl amaca da zarar veriyorlar.
Laiklik bu ülkede özgürlüğün önündeki en büyük engellerden, hatta hurafelerden biri haline nasıl geldi? Yoksa baştan beri öyle miydi? İlkokulda bize şöyle öğretilmişti: “Laiklik din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasıdır”.
Üniversiteye geldiğimizde İnkılap Tarihi dersinde yapılan tanım da aynıydı. Ama fazla soyut, hem de bize diğer öğretilenlere uymayan bir tanımdı bu. Neydi “din işi”, neydi “devlet işi”? Üstelik “Cumhuriyet devrimleri” devletin “miskinlik yuvası” haline gelen tekke, türbe ve zaviyeleri kapattığını gururla anlatıyordu. O zamanlar “madem bu ikisi ayrı, o halde neden devlet din alanını düzenliyor?” veya “öyleyse nasıl oluyor da ‘yüce dinimizi hurafelerden temizlemek’ ‘yüce ve laik devletimiz’in üstüne vazife oluyor?” diye soramamıştık. Ama tanımda bir sakatlık olduğu açıktı.
Sonra başka bir tanım yapıldı. Buna göre laiklik, “din ile devletin kurumsal ayrılığı”nı ifade eden bir kavramdı. Ama bu tanım doğruysa Türkiye hiç de laik değildi. Her şey bir yana, Diyanet İşleri Başkanlığı’nı nereye koyacaktık? Devlet teşkilatı içinde kocaman, deve dişi gibi bir kurum vardı ve din işlerini “idare” ediyordu.
Belli ki, “yukarıdakilerin” zihinlerinde “başka bir laiklik” tanımı vardı. Uygulamaya ve bazı açıklamalara bakılacak olursa laiklik, toplumun devlet eliyle dönüştürülmesini, onların akıl ve bilim gibi çok “yarayışlı” değerlerle donatılmasını ifade ediyordu. Örneğin Ahmet Necdet Sezer’in rutin iptal gerekçeleri de bu tür bir “laiklik” anlayışına dayanıyordu. Hatta Sezer daha ileri gidip, toplumsal yaşamın da din kurallarından etkilenmemesi gibi daha despotik bir anlayışa dayanıyordu. Dolayısıyla sorunlu bir ilkeydi bu. Çünkü devletin, daha somut olarak devleti temsil eden güçlerin toplumu -o istemese bile- dönüştürmesinden söz edildiği yerde elbette demokrasi olamazdı. Ama “Türkiye’ye özgü koşullar” vardı. Yapılması gereken, devletin dini belirlediği “bize özgü laiklik” tanımını yapmak ve uygulamaktı.
Öyle de yapıldı ve hala da yapılıyor.
Türkiye’deki şekliyle laiklik, onu vareden amaca aykırı biçimde, bir özgürlük ve barış ilkesi olarak değil, ilkel bir modernleşme teorisi kapsamında, din ve vicdan özgürlüğü alanını herkes için daraltan bir çatışma ilkesi olarak anlaşıldı ve uygulandı. Müslümanların cemaatleri ve bin yıllık tarikatları yasa dışı ilan edildi, vakıflarına el konuldu, giysileri yasaklandı, çocuklarına din eğitimi veren okul kurma hakları inkar edildi. Acaiplik şuradaydı ki, bu ülkedeki dini azınlıklardan olan Hıristiyanlar bile “şeriatla yönetilen Osmanlı”dan “laik Cumhuriyet”e geçtiklerine sevinemediler. Çünkü din ve vicdan özgürlüğü kapsamındaki pek çok sivil haklarını (örneğin dini vakıf, dini eğitim ve dini temsil alanlarıyla ilgili haklarını) “laiklikle birlikte” kaybettiler. Garip ama gerçek: bugün, 2000’li yıllar Türkiye’sinde yaşayan Ortodoks bir Rum vatandaşın sahip olduğu din ve vicdan özgürlüğü, yüz yıl öncesinin Osmanlı’sındaki dedesininkinden daha az.
Laikliğin bizde otoriter, totaliter, despotik veya faşizan anlamlar taşıması, onun “yanlış anlaşılmasından” veya Fransa’dan ithal edilmesinden dolayı değil. Türkiye’de laikliğin, ayrıcalıklı bir zümrenin toplumun çoğunluğunu iktidardan uzak tutmak gibi gayet ekonomik, sınıfsal veya zümrevi bir anlamı var. Prof. Dr. Kadir Cangızbay’ı okursanız, laikliğin onca ülke dururken Fransa’dan ithal edilmesinin ve böyle uygulanmasının temel nedeninin, bizim monşerlerin Fransızca bilmelerinden değil, sınıfsal ayrıcalıklarını koruma kaygısından kaynaklandığını görürsünüz.
Bugün laikliğe aykırı olur kaygısıyla din ve vicdan özgürlüğü kapsamındaki meşru taleplere itiraz edenlerle, modernleşmek için gardırop değiştirmek gerektiğini sananlar, aynı zihniyeti paylaşıyorlar. Aracı amaç haline getirdikleri için, amaca da zarar veriyorlar.
Oysa laiklik hayatın amacı, Alfası ve Omegası değil. O, ahlaki bakımdan üstün bir amacı korumak için tasarlanmış bir araç veya araçlardan biri.
Amaç, bir insan hakkı olan din ve vicdan özgürlüğünü herkes için korumaktır. Bu yüzden, kendisini Anglikan veya Katolik olarak adlandırsa bile, din ve vicdan özgürlüğünü tanıyan bir ülkenin siyasi ve hukuki sistemi, kendisini laik olarak adlandıran ülkeninkine göre daha tercihe şayandır.
İnsan hakları savunucusu için laiklik de tıpkı diğer bütün ilke ve kurumlar gibi, ancak insan haklarına uygun olduğu ve ona hizmet ettiği ölçüde değerlidir. Etmiyorsa hiçbir değeri yoktur.
Türkiye’de anlaşılmayan da budur.
Star, 10.2.2009
|
Berat Özipek
11.02.2009
|