Krizdi, İsrail’in Gazze saldırısıydı, Ergenekon’da son dalgaydı derken haftalar geçti ve Türkiye yavaş yavaş 29 Mart’ta yapılacak olan seçimin havasına girmeye başladı.
Adaylar büyük ölçüde belli oldu. Seçim mitingleri başladı. Görünen o ki, bundan sonraki altı buçuk hafta boyunca bir numaralı gündem seçim olacak. Herşey 29 Mart’a endekslenecek.
Bunun en tipik örneklerinden biri, Başbakanın Davos çıkışının AKP tarafından seçim malzemesi olarak kullanılması. 29 Mart’ı “Erdoğan’ın onurlu tavrına onay verme seçimi” olarak niteleyen AKP’lilerin, mitinglerdeki “Davos fatihi” sloganlarıyla attıkları pası Erdoğan “Türkiye’nin onuru” söylemleriyle “gol”e çeviriyor.
Ama bu “gol” nereye gidiyor, orası belli değil.
Ardından, hükümetin yeni AB Başmüzakerecisi Egemen Bağış, 2003’te Kuzey Irak’ta ABD kuvvetleri tarafından başlarına çuval geçirilerek gözaltına alınan askerlerimizi, Erdoğan’ın Cheney’e açtığı telefonla bıraktırdığını “ifşa” ediyor.
Peki, doğru veya yanlış, bu konuların seçim malzemesi yapılması uygun mu? Davos çıkışı muvafık-muhalif herkes tarafından takdir edilmişken, işi abartıp propaganda konusu haline getirmenin ters tepebileceği düşünülmüyor mu?
“Askerleri ben bıraktırdım” iddiasının ötesinde derin ve çapraşık boyutları olan çuval olayı ise zaten çok su götürür ve başka çağrışımlar yaptırarak, AKP’yi “Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olma” durumuna düşürebilir.
Hepsi bir yana, mahallî seçim için seçmene verilmesi gereken mesajlar çok daha farklı iken bu konuları öne çıkarmanın mantığı ne? Söylenecek başka şeyleri mi kalmadı, yoksa sorun ve sıkıntıları örtbas etme stratejisi mi güdülüyor?
Aylar önce de yazdığımız gibi, seçimin derinleşen bir ekonomik kriz ortamında yapılacak olması, AKP için en önemli endişe kaynağıydı.
IMF ile yürütülen görüşmelerin aylardır yılan hikâyesi gibi uzatılıp sürüncemede bırakılması, yoğun tepkilere sebep olan doğalgaz ve elektrik zamlarının kısmen geri alınmaya başlanması, bu kaygının doğurduğu kararlar gibi görünüyor.
IMF ile ilgili olarak zihinlerde oluşan tahmin ve kanaat, anlaşmanın seçim sonrasına bırakılacağı, vergi ve zam gibi can yakacak kararların 29 Mart’ı takiben uygulanacağı istikametinde.
Akaryakıt fiyatlarındaki durum da sıkıntılı. Dünyada fiyatlar aşağı inerken bizde bir ara başlar gibi olan indirimler hem çok sınırlı kaldı, hem de geçici. Ve fiyatlar yeniden yükseltildi.
“Seçim ekonomisi” orada da yeni indirimler getirir mi, onu önümüzdeki günlerde göreceğiz.
Bu bağlamda epeydir tartışma konusu olan “sosyal yardım”larda kömüre beyaz eşyanın eklenmesi bahsinde YSK’nın savcıları göreve çağırması, iktidar partisinin başını hiç beklemediği bir canipten epeyce ağrıtacak gibi görünüyor.
Gelelim Ergekenon’daki gelişmelere.
Yalçın Küçük’ün “Delikanlı gibiydi” dediği gün sağlık sebebiyle GATA’ya sevk edilen ve üç ay orada kalacağı belirtilen Hurşit Tolon için, tutuklandıktan yedi ay sonra verilen tahliye kararının gerekçesi “delil yetersizliği” olarak açıklandı, ama “yurt dışına çıkış yasağı” da konuldu.
Böylece, izahı çok zor çelişkiler ortaya çıktı.
“Delil yetersizliği”nin yedi ay sonra fark edilmesinde, daha ciddî ve etraflı hukukî tetkikler mi, yoksa Kandıra Cezaevine yapılan “kurumsal ziyaret”le başlayıp Tuncer Kılınç, Kemal Yavuz, Erdal Şenel gözaltılarının ardından yürütülen “sessiz temas trafiği” mi etkili oldu, bilinmiyor.
Ama gelinen nokta belli: Ergenekon operasyonu çerçevesinde içeride tutulanlar arasında “or” seviyesinde emekli general kalmadı; “tuğ” seviyesinde tutuklanıp haftalardır “yoğun bakım”da olduğu ifade edilen Levent Ersöz’ün de tahliye talebi gündemde. Diğer “tuğ”general Veli Küçük ise Karadayı ve Kıvrıkoğlu’nun “O adamı tanımayız” sözleriyle “harcanmış” durumda.
Peki, yeni dalgalarla bu tablo örtülebilir mi?
11.02.2009
E-Posta:
[email protected]
|