Türkiye Büyük Millet Meclis’i eski Başkanlarından Sabit Osman Avcı geçtiğimiz günlerde Hakkın rahmetine kavuştu. 1961’de Artvin milletvekili seçilen Avcı 1970 yılında meclis başkanlığına getirilmişti. 1973 yılına kadar bu görevi ifa eden Avcı, 1977’de İstanbul Milletvekili seçilerek 1980’e kadar milletvekilliğini devam ettirdi. Biz de 18 Haziran 2007 tarihli Yeni Asya’da, kendisiyle yaptığımız bir röportaja yer vermiştik.
Avcı’yla görüşmemiz kendi evinde gerçekleşmişti. Bende uyandırdığı izlenim yaşına rağmen hâlâ bir ‘delikanlı’ edasıyla hareket etmesiydi. Yaptığı espiriler, duygu parlamaları sanki Karadenizli olduğunun nişanesiydi. Kendisiyle uzun süren bir mülâkat yaptık. Türkiye siyasetiyle ilgili söyledikleri aynı zamanda siyasî hayatının bir parçasıydı. Ben de bu röportajdan kısa alıntılar yaparak Avcı’yı yad etmek istedim:
*Yargının ve Akademinin siyaset için devreye sokulduğu son dönemde Avcı’nın “Halkın seçtiği iktidarı indirip diktatöryal bir yönetim getirmek meşrû olamaz ki. 27 Mayıs darbesini meşrûlaştırmak için iktidarı mahkeme ettiler. Darbeciler önce icra ettiler, sonra profesörlerden fetva aldılar” ifadeleri Türkiye’deki derin güçlerin zihniyet yapısının hâlâ aynı kaldığını gösteriyor.
*İkide bir askerin günlük siyasî konularda açıklama yapması, bazı komutanların ses kayıtlarında “Asker el koysun” mantığına karşı Avcı’nın darbecileri kastederek “Türkiye’yi daha kötü şartlara mahkûm ettikten sonra sivillere devretmek zorunda kaldı. Klemenson’un bir sözü vardır: ‘Savaş idaresi askere bırakılmayacak kadar önemli bir iştir’ görüşü aslında sivillerin ne kadar güçlü ve kabiliyetli olması gerektiğinin izahı gibi.
*Aslında anılarını dillendirerek siyasilere de bir uyarı da bulunuyordu merhum Avcı. Darbeden önce Kenan Evren, rutin bilgilendirme ziyareti için merhum İhsan Sabri Çağlayangil’e gitmiş, fakat darbeyle ilgili bir şey söylememişti. Avcı olayı bakın nasıl anlatıyor: “O gece saat 02:30’da müdahale ettiler. Sabah 07:30’da Evren, Çağlayangil’e telefon açıyor: “Dün sizi ziyarete geldim, bir şey söyleyemedim, söyleyemezdim ki, ama başka türlü de çare yoktu” diyor. Çağlayangil, “Paşa bana bir şey söyleyip ne söyleyecektin ki? Sen kalk da ben oturayım mı diyecektin? ‘Başka çare yoktu diyorsunuz, ama sizin yaptığınızın da bir çare olmadığını sonra anlayacaksın’ diyor.” Askerle uzlaşma arayışı içine giren sivil siyasetçilere ders verir gibi...
*Geçtiğimiz dönem cumhurbaşkanlığı seçiminde kopan kıyametin açıklaması da deneyimli siyasetçi Avcı’dan geliyordu. Avcı, “İsmet Paşa bir gün yanıma gelmişti. Genelkurmay’la Millî Savunma’nın odasını göstererek, ‘Ne var ne yok?’ dedi. ‘Paşalarda sükûnet var’ dedim. ‘Sen onların sükûnetine inanma, akşamdan karar verirler, sabahtan ne yapacakları belli olmaz. Bak, Harbiye’den rütbeyi takıp bahçeye indiklerinde gözleri Çankaya’da olur. Buradan mezun olmuş olanlar orada oturmuştu. ‘Acaba ben ne zaman oturacağım derler’” ifadelerini kullandığını söyledi. Bu sözler Türkiye’deki asker-sivil ilişkilerindeki problemin kaynağının zihniyette olduğunun veciz bir ifadesi.
*Röportajın bir bölümünde size bir anekdot anlatayım diyerek başlıyor ve şunları söylüyordu Avcı: “Biz talebeyken, yirmi günlük kamplar yapıyorduk. Bir gün atıyla yanımıza İsmet Paşa geldi. “Nasılsınız” dedi. “Açız” dedik. Açtık çünkü. 14 kişilik mangaya 4 tane ‘imam bayıldı’ koyuluyordu. Bulgur pilavı karavanın dibinde geliyordu. İsmet Paşa bizim bu tepkimize çok kızmıştı. Bir gün hazırlıklı geldi. Tepe tepe bulgur pilavı yapıldı, kuru fasulye yapıldı, vişne hoşafı yapıldı. İsmet Paşa attan indi, yemekleri göstererek, “Aç gözlü itler. Nerdesiniz? Bunlarla doymuyor musunuz? Köpekler, komünist ruhlu herifler, kıçınıza kurşun attık, tükenmediniz mi?” dedi. Yıllar sonra Meclis Başkanıyken karşılaştığımızda bunları anlattım. “Yine olsa, yine yapardım” dedi. İşte “Benim yaptığım doğrudur” anlayışı... Benim bir lâfım var. CHP ne iş yapar ne de yaptırır”...
*Kendisinin beş vakit namaz kıldığını ifade eden Avcı, Türkiye’deki laik-antilaik tartışmaları için “Bana kimsenin “yobaz” diyeceğini düşünmem, ama bazı insanlara göre camiye giden herkes yobazdır. Diğer uç kişiler de laikleri dinsiz olarak görürler. Çatışma buradadır” demişti.
Türkiye’nin önünü tıkayan bu olumsuzlukları anlattıktan sonra Avcı, “1961’de Adalet Partisi’nden Artvin milletvekili olarak seçilip Meclis’e geldim, 1980’e kadar Meclis’teydim. Türkiye her dönem bir gelişme kaydetmiştir. Ben Enerji Bakanlığı da yaptım, Türkiye’nin elektriği bile yoktu. İstanbul elektrikle 1912 yılında tanışmıştır. 1930’da Kadıköy Moda’da sokaklar lüks lambalarıyla aydınlatılıyordu. Nüfusu 13 milyon olan, yeni kurulmuş, hiçbir şeyi olmayan Türkiye Cumhuriyeti’nden Avrupa Birliği’ne girme arefesinde olan büyük bir devletle karşı karşıyayız” diyor ve Türkiye’ye olan güvenini sesine ve bakışlarına yansıtıyordu.
Allah rahmet eylesin...
16.02.2009
E-Posta:
[email protected]
|