Erdoğan Davos’taki restine “diplomatik çevreler”den gelen eleştirileri cevaplarken “Ben diplomat değil, politikacıyım” demiş ve ardından “monşerler”e yüklenmişti.
Gelinen noktada ise, İsrailli komutanın hem Genelkurmay, hem de Dışişleri tepkisine hedef olan densizliği için İsrail ordu sözcüsüyle bu ülkenin Ankara Büyükelçisinin yaptığı, “Sözleri kişiseldir, orduyu bağlamaz” açıklamalarının, bizim Ankara diplomatlarınca “yeterli ve şimdilik tatminkâr” bulunduğuna dair haberler var.
Dışişleri bürokrasimiz Davos restiyle patlak veren krizin daha fazla derinleşmesini istemezken, Bakan Babacan da “İsrail daha detaylı bir açıklama yapsa iyi olur” moduna girmiş vaziyette.
Yani, Erdoğan’ın eleştirdiği “monşer” yaklaşımı bu olayda da kendisini gösteriyor. Maruz kaldığı küstahça ithamlar karşısında da alttan alan, sineye çeken, kabullenen pasif bir tutum.
Peki, böyle bir tavrı Erdoğan’ın Davos restinde kendisini gösteren “meydan okuyucu, başkaldırıcı, dik” duruşla bağdaştırmak mümkün mü?
Farz edelim ki, İsrailli komutanın sözlerinin, söylendiği gibi kişisel olduğu ve orduyu bağlamadığı kabul edilsin. Ancak kişisel dahi olsa ve orduyu bağlamasa da, Türkiye’yi en hassas olduğu konularda bu kadar rahatsız eden o sözlerin sahibinin, hiçbir şey olmamış gibi koltuğunda oturmaya devam edebilmesi ne anlama gelir?
O sözleri söyleyen İsrailli komutanla bizim Kara Kuvvetleri Komutanımız nasıl muhatap olur? Aradaki askerî ilişkiler nasıl devam eder?
Bilindiği gibi, Başbakanın Türkiye’de ve İslâm dünyasında coşkuyla karşılanan Davos restine ilk fren, hemen ertesi gün “İsrail’le askerî ilişkiler ulusal menfaatler esasına dayalı olarak devam edecek” diyen Genelkurmay’dan gelmişti.
İkinci fren de, İsrailli komutanın asla yutulmaması ve geçiştirilmemesi gereken provokatif sözleriyle ilgili olarak İsrail’den yapılan düşük profilli yatıştırıcı açıklamaları yeterli ve tatminkâr sayan “monşerler” cenahınca konulmakta.
Bu arada Tel Aviv’den verilen bir başka sinyal, kendi açılarından olayı bir-iki sıradan açıklamayla geçiştirmenin ötesinde, ileride Türkiye’ye karşı kullanmak üzere “bir yere yazdıkları” yönünde. Buna dair haberlerde, İsrail Dışişleri’nin “Erdoğan Davos’ta bizim Cumhurbaşkanımıza hakaret ettiğinde biz bunu mesele yapmadık, nota filan vermedik, ama siz komutanın kişisel sözleri için bunca gürültü koparıyorsunuz, bunu not ettik” mesajı verdiği belirtiliyor.
Hem suçlu, hem güçlü. Hem vuruyor, hem de “Ne vuruyorsun?” diye kafa tutmaya ve hesap sormaya kalkıyor. İşte tipik Yahudi mantığı.
Şu hale bakın. Başka birileri söylese “savaş sebebi” sayılacak son derece provokatif suçlamalar bir İsrailli generalden sâdır olunca ortaya çıkan tablo inanılır gibi değil. Oldu olacak, Türkiye “Genelkurmay’ımız tepki gösterdiği ve Dışişleri Bakanlığımız protesto notası verdiği için İsrail’den özür diliyoruz” açıklaması yapsın bari!
Davos’u izleyen günlerde gittiği parti toplantılarında atılan “Davos fatihi, dünya lideri” sloganlarından rahatsızlık duyduğu izlenimi vermeyen, ama son beyanlarında “Davos için daha fazla konuşmak istismara girer, gerisini tarih yazsın” diyen Erdoğan’ın, yine de Davos havasını yansıtır şekilde “büyük devlet, onurlu duruş” söylemleri kullanmaktan geri durmazken ortaya çıkan bu tablo için söyleyecek birşeyi yok mu?
İsrailli generalin tahrik dozu dayanılmaz derecede yüksek sözlerini yutan, sineye çeken, geçiştiren bir tavrın, meydan mitinglerindeki onurlu duruş nutuklarıyla bağdaşır tarafı var mı?
Dahası, İsrail’le karşılıklı menfaatlere dayalı ilişkilerin, askerî münasebetlerin, siparişlerin devam ettiğini, eski-yeni birçok anlaşmanın yürürlüğünü sürdürdüğünü de söyleyen Erdoğan’ın Davos restinin bu durumda bir anlamı kalır mı?
Yoksa Davos’u konuşmama kararı, bu tabloyu değiştirememe çaresizliğinden mi kaynaklanıyor?
18.02.2009
E-Posta:
[email protected]
|