Türkiye, mâzisi yüz elli yıla yaklaşan engin ve de zengin bir demokrasi tecrübesine sahip. Ama ne yazık ki, bu uzun sürenin yarıdan fazlasını ara ve kara rejimlerle, acı ve fecî kesintilerle geçirdik.
Osmanlılarda "meşrûtiyet" diye tâbir edilen demokrasi, uzun bir mücadele ve hazırlık devresinin ardından, ilk kez 1876'da meydân–ı zuhûra çıktı. Bu ilk tecrübe, yine muhtelif kesintilerle ancak iki–üç yıl kadar yaşayabildi. O tarihte yaşanan Osmanlı–Rus Harbi gerekçesiyle, demokrasi askıya alındı.
Türkiye'de yaşanan ikinci demokrasi denemesi, birinciden ancak otuz yıl sonra mümkün olabildi. 1908'de ilân edilen II. Meşrûtiyet ile birlikte, çok sesli, çok partili sisteme geçilmiş oldu.
Ne var ki, hak ve hakikatten ziyade şiddet ve komitacılıktan beslenen o dönemin en kuvvetli partisi olan İttihat–Terakki'nin muhalefete duyduğu tahammülsüzlük sebebiyle, hürriyet ve demokrasi neşv û nemâ bulamadı.
Kısa sürede masonların, dönmelerin, menfaat şebekelerinin, Türk olmayan Türkçülerin, Balkan ve Makedon komitacılarının arenası haline gelen İttihat–Terakki Fırkası, 31 Mart Vak'asını bahane ederek, muhalefet hareketini en vahşi bir şekilde ezmeye, hatta yok etmeye çalıştı.
Nitekim, 1909 Mayıs'ında kurulan Divân–ı Harb–i Örfî (Sıkıyönetim) Mahkemesine sevk edilen ve kırktan fazlası dârağacına gönderilen mazlûmların çoğu, anamuhalefeti temsil eden Ahrar Fırkasının mensupları ile onlara mânen istinad noktası olan İttihad–ı Muhammedî Cemiyetinin üyeleri idi.
Aynı mahkemeden idam talebiyle yargılandığı halde asılmaktan kıl payı kurtulan ve kendisiyle birlikte yaklaşık kırk kişinin kurtulmasına vesile olan Bediüzzaman Said Nursî, yukarıda nazara verdiğimiz acı gerçeği Emirdağ Lâhikası isimli eserinde daha detaylı bir şekilde ifade ediyor.
Osmanlı Ahrar Fırkasını imhaya yönelik bu fitne kasırgasından sonra, parti büyük ölçüde dağıldı. Onun bıraktığı boşluğu doldurmak fikriyle 1911'de kurulan Hürriyet ve İtilâf Fırkası ise, İttihatçılara karşı olan hemen bütün gayr–ı memnunları bünyesinde barındırmaya başladı. Nitekim, 1912'de yapılan o meşhûr "sopalı seçim"e rağmen, yine de ortaya iyi bir varlık koymaya muvaffak oldu.
Bu durum, karşılarında muhalefet istemeyen İttihatçıları adeta çılgına çevirdi. Ne yapıp ettiler ve Meclisi feshettirme yoluna gittiler. 1913 yılı başlarında çok daha şiddetli baskılar altında yenilenen Meclis'te ise Hürriyetçiler çok az sayıda mebus çıkarabildi.
Mağlubiyetle neticelenen Balkan Harbini bahane eden İttihatçılar, var olan az buçuk muhalefeti de iyiden iyiye korkutup sindirmeye yöneldiler. 11 Haziran 1913'te Sadrazam Mahmut Şevket Paşanın bir suikast sonucu öldürülmesini fırsat bilen İttihatçılar, kendilerine muhalif olarak gördükleri yüzlerce fikir ve siyaset adamını topluca Sinop Cezaevine gönderdiler.
Maznunlar, Birinci Dünya Savaşının ağır faturası altında ezilen İttihatçıların nihayet yurdu terk edip gittikleri tâ 1918 yılı sonlarına kadar, burada sürgün ve mahpus kaldılar.
İttihatçılardan beter Halkçılar
Her türlü eksik, hata ve kusuruna rağmen, içinde demokratik unsurlar barındıran I. Meşrûtiyet 2–3 yıl, II. Meşrûtiyet ise 12–13 yıl yaşadı... Başlangıcı 1923'e dayanan Cumhuriyet döneminde ise, demokrasinin daha uzun ömürlü ve eskiye nazaran çok daha sağlıklı şekilde işleyeceği, hayat bulacağı umuluyordu.
Heyhat ki, durum tam tersine oldu. 1923 yılı Ağustos'unda yenilenen Meclis'in bütün üyeleri, 9 Eylül'de kurulan Halk Fırkasına üye olmaya zorlandı.
Esasında, tek parti ve tek düşüncenin hakimiyetini isteyen dayatmacı kafa, 1 Nisan'da karar verilen seçim süreci daha başlar başlamaz bunun tedbirini almış ve seçilecek milletvekili listesini de ona göre tanzim etmişti.
Bu kafaya göre, II. Meclis'in yeni üyelerinin tamamı Lozan Antlaşmasını kayıtsız şartsız kabul edecek ve tek parti anlayışını itirazsız şekilde içine sindirmek mecburiyetinde olacak. Dolayısıyla da, bu kalıba girmeyenler tereddütsüzce tasfiye edilecek.
Nitekim, aynen öyle yapıldı. Ancak, buna rağmen yine de bazı "fireler" oldu. Alınan bütün tedbirlere rağmen, bazı "muhalif" şöhretler, yeni Meclis'e de mebus olarak girmeyi başardılar.
Haliyle, var olan farklılıklar, çeşitli vesilelerle kendini belli ediyordu.
Olsun. Zararı yok. Madem ki particilik–henüz–yasak değildi, o halde farklı görüş sahiplerinin yeni bir parti kurmasına da bir engel yoktu.
Ne var ki, içinde eski İttihatçıların tortusunu barındıran Halkçılar, hiç de öyle düşünmüyordu. Hatta, bunlar o bozuk İttihatçılara dahi rahmet okutacak kadar baskıcı, müstebid ve farklılığa tahammülsüz bir zihniyete sahip idiler.
Nitekim, gerçeğin tam da bu merkezde olduğu, çok kısa bir süre sonra anlaşıldı. 1924'te Halk Fırkasından ayrılan ve İstiklâl Harbinin en mümtaz kahramanları olarak bilinen şahıslar, yeni bir grup oluşturarak Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasını (TCF) kurdular.
Vay siz misiniz böyle yapan!
Halkçılar, kanlı Şeyh Said Hadisesi dahil, memleket sathında yaşanan bütün aksiliklerin, bütün sıkıntıların faturasını TCF'nin üstüne yıkarak, bu taze demokrasi filizini acımasızca biçtiler.
Anlaşıldı ki, bunların hürriyet diye bir dâvâları, demokrasi diye bir meseleleri yoktu. Farklı bir partiye olan az buçuk müsaadeleri ise, tamamiyle bir göstermelikten ibaretti.
Esasında, yaptıklarının bir göstermelikten ibaret olduğu gerçeği, 1930'daki "Serbest Fırka" denemesinde daha bâriz şekilde anlaşılmış oldu.
Düşünün ki, Fethi Okyar'a kurdurulan bu partinin ömrü altı ay bile sürmedi. Sadece mahallî seçimlerde ve sadece Ege Bölgesinde halkın bu yeni partiye göstermiş olduğu teveccüh, iktidardaki tek parti hükümetinin gözünü o derece korkuttu ki, henüz üç buçuk aylık ömrü olan Serbest Fırka'nın ipi çekildi.
Serbest Fırka—sâf halk bilmese de—esasında bir muvazaa (göstermelik, danışıklı) partisiydi. Ve öyle olduğu içindir ki, Halk Fırkasından nefret edercesine ayrılan Yahya Kemâl gibi bir entelektüel, içinden gelerek gidip bu partiye dahil olamıyordu. O, bu uzak duruşunun sebebini soranlara ise, şu karşılığı veriyordu: "Bizim Makedonyalılar sipere yatmış, kendilerine muhalif olan kadroyu bütünüyle görmek istiyor. Ben enayi miyim ki, kendi ayağımla bu tuzağa düşeyim?"
Evet, 1923–1950 yılları arasında yaşananlara hangi açıdan bakarsak bakalım, tek partici zihniyet, demokrasi taraftarı olmadığı ve zaman zaman mecbur kaldığı için bir nevi göstermelik denemelerde bulunmuştur.
21.02.2009
E-Posta:
[email protected]
|