Burada günlerdir devam eden "Ahrar–Demokrat" merkezli yazı serisine hemen umumiyetle müsbet akisler geldi. Sunulan bilgilerin hem istifadeye medar, hem de paylaşım oranının hayli yüksek olduğu anlaşılıyor. Bazı bölümler, onlarca internet sitesinde iktibasen yayınlandı ve yer yer yoruma açık tutuldu.
Bu arada bazı tenkitler, eleştiriler de gelmedi değil. Olsun, bunlara da eyvallah...
Eleştiri yöneltenlerin niyetini bilemeyiz. Niyetleri sorgulamak durumunda da değiliz.
Fakat, yine de birbiriyle bağlantılı gördüğümüz birkaç tenkide cevap verme ihtiyacını duymaktayız.
Bu tenkitlerin özeti şudur: Bazı okuyucularımız, bizim burada Bediüzzaman ve Risâle–i Nur'la irtibatlandırarak nazara verdiğimiz ve izahına çalıştığımız hürriyet, meşrûtiyet ve bahusus demokrasinin mânâ ve tarifini bizim gibi anlamadıklarını ifade ediyor. Hatta, bazıları Risâle–i Nur'da geçen "demokrasi" tâbirinin Üstad Bediüzzaman'a ait olmadığını imâ ile buna karşı menfî bir fikir uyandırmaya çalışıyor.
Hülâsa, hürriyet ve demokrasiye Risâle–i Nur penceresinden bakmamız ve elimizden kaçmaması için bunlara sahip çıkılması gerektiği şeklindeki değerlendirmemiz, bazı kimselerin hoşuna gitmemiş olacak ki, tenkitvâri ve itirazvâri mesajlara muhatap olduk.
Hürriyetin zıddı istibdat; demokrasinin zıddı ise dikta rejimidir
Öncelikle, bu gibi konularda birinci derecede referansımız olan Üstad Bediüzzaman'ın hakikatli sözlerinden birini daha hatırlatarak devam etmek istiyoruz. Diyor ki Üstad: "Tebeddül–ü esmâ ile hakaik tebeddül etmez."
Yani: İsimlerin değişmesiyle, hakikat değişmez.
Ne yazık ki, bazı kimselerin zihni isim, yahut kelime değişikliğine takıldığı için, mânâyı kavramakta, dahası hazmetmekte zorlanıyor.
Oysa, pekçok mânâ ve hakikat vardır ki, bunlar değişik kelime, isim ve tâbirlerle yâd edilebiliyor.
İşte size bunlardan bir demet:
Hürriyet–özgürlük
Meşrûtiyet–demokrasi (demokratlık)
İstibdat–diktatörlük
Medrese–dershane
Mektep–okul
Muallim–öğretmen
Talebe–öğrenci
Vak'a–olay
Müşahhas–somut
Mücerred–soyut
Esasında aynı mânâyı kast eden bu tâbirler arasında yapılacak bir tercih hakkına saygı gösterilmesi lâzım. İsteyen istediği kelime ile meramını anlatabilir.
Bunlardan birinci sırada olanları, bize göre de elbette ki diğerinden daha mânidar, daha asildir. Ayrıca, mümkün olduğunca, tercihimizi asâletten yana kullanmaktayız.
Bazan da her iki tabiri kullanma gereğini duymaktayız. Tâ ki, mânâ tam olarak anlaşılabilsin. Zira, asıl maksat şekil ve zarf değil, mânâ ve mazruftur.
Ama, yine de meselâ ikinci sıradakilerden olup çokça ve yaygın şekilde kullanılan demokrasi, diktatörlük, okul, dershane gibi tâbirleri bizler de çoğu zaman kullanıyoruz ve kullananları da yadırgamıyoruz. Tâ ki, zihinler şeklî ve zahirî noktalara takılıp da mânâyı kavramaktan uzaklaşmasın.
* * *
Bu fasıladan sonra, gelelim Üstad Bediüzzaman ve Risâle–i Nur'la bağlantılı olarak paralel mânâda kullandığımız "hürriyet–özgürlük" ve "meşrûtiyet–demokrasi" tâbirlerine...
Hemen ifade edelim ki, ekseriyet itibariyle özgürlük değil, hürriyet tâbirini kullanmaktayız. Zira, bunda anlaşılmayı zorlaştıracak en ufak bir nokta göremiyoruz.
Ayrıca, Üstad Bediüzzaman, bu tâbiri Risâle–i Nur'da had safhada kullanmış, olabildiğince hürriyete taraftar olmuş, sahip çıkmaya çalışmış ve aynı şekilde sahip çıkılmasını ders verip teşvik etmiştir. Zira, hürriyetin zıddının istibtad olduğunu defalarca nazara vermiştir. (Bu arada hakiki hürriyetin, "kişinin ne kendisine, ne de başkasına zarar vermemek" şeklinde olduğunu ifade ile, hürriyetin sû–i tefsir edilmesine mâni olmaya çalışmıştır.)
Gelelim demokrasiye...
Biz bu tâbirin Risâle–i Nur'da geçtiğini kaynak göstererek ifade ettik. Hürriyet ve demokrasi tâbirini birlikte ve aynı yerde kullanan, ayrıca Üstad Bediüzzaman'ın da bunların bu vatanda inkişaf etmesinden memnun olduğunu dile getiren kişi, Üstad Bediüzzaman'ın hem avukatı, hem de bir eski talebesi olan Mihri Helav'dır.
Av. Mihri Helav'ın 1952'de İstanbul Adliyesinde görülen Gençlik Rehberi mahkemesinde yapmış olduğu müdafaanın içinde geçen "hürriyet ve demokrasi" tabirleri, hiç şüphesiz ki Üstad Bediüzzaman'ın da tasvip ve tensibine mazhar olmuştur ki, aynı müdafaa Tarihçe–i Hayat isimli eserde olduğu gibi derc edilmiştir. (Bkz: Age, s. 567)
Şimdi, bu noktada durup itiraz edercesine "Bu tâbir Üstad'a ait değildir" demek, acaba ne derece mantıklı bir davranış olur?
Aynı mantıkla gidilirse, Tarihçe–i Hayat ile birlikte Lâhikaların da belki yarısına yakın kısmının Üstad'a ait olmadığı söylenebilir ki, bu mantık bizi fevkalâde sakıncalı bir mecraya doğru sürükleyip götürür.
Üstad Hazretleri, bir tâbiri, bir ifadeyi, yahut bir mektubu takdir, tasvip, hatta tensip etmişse, ona karşı herhangi bir itirazda bulunulmamalı kanaatindeyiz.
* * *
Öte yandan, Bediüzaman Hazretlerinin aynen demokrasi mânâsında olmak üzere "demokratlık" tâbirini kullandığı da bir vakıadır.
Biz, yazılarımızda bunu da yine kaynak belirterek ifade ettik. Hatta, "demokrat"lığı eski zamanın "meşrûtiyet" mânâsında zikrettiğini de nazara verdik ki, arzu eden şu ilgili kaynağa müracaat edebilir: "Divân–ı Harb–i Örfî" yahut "İki Mekteb–i Musibetin Şehâdetnâmesi" isimli eserinin sonlarında yer alan ve "Ey mebûsân!" diye başlayan bölüm.
19.02.2009
E-Posta:
[email protected]
|