"Gerçekten" haber verir 19 Şubat 2009
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formuİletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Lahika

Âyet-i Kerime Meâli

Onlar önlerinden ve arkalarından kendilerini kuşatan gökyüzüne ve yeryüzüne bakmazlar mı? Dilesek onları yerin dibine geçirir yahut üzerlerine gökten bir parça düşürürüz. Şüphesiz ki bunda , hakka yönelen herbir kul için deliller vardır.

Sebe' Sûresi: 9

19.02.2009


Matbuât nizamnâmesini hiss-i diyanet tanzim etmeli

Dördüncü Cinayet:

Avrupa, bizdeki cehâlet ve taassup müsaâdesiyle, Şeriatı—hâşâ ve kellâ—istibdata müsait zannettiklerinden, nihâyet derecede kalben üzülmüştüm. Onların zannını tekzip etmek için, Meşrutiyeti herkesten ziyade Şeriat nâmına alkışladım. Lâkin yine korktum ki, başka bir istibdat tekrar o zannı tasdik eder, diye ne kadar kuvvetim varsa Ayasofya Camii’nde meb’usana hitaben feryat ettim. Ve söyledim ki:

Meşrûtiyeti, meşrûiyet ünvanı ile telâkki ve telkin ediniz. Tâ yeni ve gizli ve dinsiz bir istibdat, pis eliyle o mübareği ağrazına siper etmekle lekedar etmesin. Hürriyeti, âdâb-ı Şeriatla takyid ediniz. Zira câhil efrad ve avâm-ı nas; kayıtsız hür olsa, şartsız tam serbest olsa, sefih ve itaatsiz olur. Adâlet namazında kıbleniz dört mezhep olsun. Tâ ki, namaz sahih ola. Zira, hakaik-ı Meşrutiyetin sarahaten ve zımnen ve iznen dört mezhepten istihracı mümkün olduğunu dâvâ ettim. Ben ki, bir âdi talebeyim. Ulemaya farz olan bir vazifeyi omuzuma aldım, demek cinayet ettim ki, bu tokatı yedim.

Beşinci Cinayet:

Gazeteler iki kıyas-ı fâsid cihetiyle ve haysiyet kırıcı bir neşriyat ile ahlâk-ı İslâmiyeyi sarstılar. Ve efkâr-ı umumîyeyi perişan ettiler. Ben de gazetelerle, onları reddeden makaleler neşrettim. Dedim ki:

Ey gazeteciler! Edipler edepli olmalı, hem de edeb-i İslâmiye ile müteeddip olmalı. Ve onların sözleri, kalb-i umumî-i müşterek-i milletten bîtarafane çıkmalı. Ve matbuât nizamnâmesini, vicdanınızdaki hiss-i diyanet ve niyet-i hâlisa tanzim etmeli. Halbuki, siz iki kıyâs-ı fâsidle, yâni taşrayı İstanbul’a ve İstanbul’u Avrupa’ya kıyas ederek efkâr-ı umumiyeyi bataklığa düşürdünüz. Ve şahsî garazları ve fikr-i intikamı uyandırdınız. Zira; elif bâ okumayan çocuğa felsefe-i tabiiye dersi verilmez. Ve erkeğe tiyatrocu karı libâsı yakışmaz: Ve Avrupa’nın hissiyâtı, İstanbul’da tatbik olunmaz. Akvâmın ihtilâfı, mekânların ve aktârın tehâlüfü, zamanların ve asırların ihtilâfı gibidir. Birisinin libası, ötekinin endamına gelmez. Demek Fransız Büyük İhtilâli, bize tamamen hareket düsturu olamaz. Yanlışlık, tatbik-i nazariyât ve muktezâ-yı hâli düşünmemekten çıkar.

Ben ki ümmî bir köylüyüm, böyle cerbezeli ve mugalâtalı ve ağrâzlı muharrirlere nasihat ettim; demek cinayet işledim.

Divan-ı Harb-i Örfî, s. 24-26

taassup: Şiddetli ve aşırı bağlılık.

hâşâ ve kellâ: Asla ve katiyen olmaz. Asla öyle değil.

istibdat: Baskı.

tekzip: Yalanlama.

meşrûiyet: Meşrûluk, kanuna ve dine uygun bulunma.

meb’usan: Meb’uslar. Milletvekilleri.

ağraz: Garazlar, kötü maksatlar.

âdâb-ı Şeriat: Şeriatın adabı, edepleri.

takyid: Kayıt altına alma, sınırlama.

efrad: Ferdler.

avâm-ı nas: İnsanların ilmi irfanı kıt, okuma yazması olmayanları.

sefih: Helâl olmayan zevklere düşkün.

hakaik-ı Meşrutiyet: Meşrutiyetin hakikatleri.

sarahaten: Açıkça.

zımnen: Gizli, örtülü.

istihrac: Çıkarma.

kıyas-ı fâsid: Bozuk ve yanlış kıyas.

efkâr-ı umumîye: Kamuoyu.

edip: Edebiyatçı, yazar.

edeb-i İslâmiye: İslâm terbiyesi.

müteeddip: Edeplenme, terbiye olma.

kalb-i umumî-i müşterek-i millet: Milletin ortak umumi kalbi.

bîtarafane: Tarafsız.

matbuât nizamnâmesi: Basın ilkeleri.

hiss-i diyanet: Dini duygu. Din hissi.

niyet-i hâlisa: Samimâne olan niyet.

tanzim: Düzene koyma

felsefe-i tabiiye: Herşeyi tabiata dayandıran felsefe.

akvâm: Kavimler, milletler.

aktâr: Çaplar, yönler.

tehâlüf: Birbirine zıt olmak, birbirine uymamak.

tatbik-i nazariyât: Teorinin pratiğe dönüşmesi.

muktezâ-yı hâl: Hal ve vaziyetin gerektirdiğine göre.

cerbeze: Demagoji.

mugalâta: Yanıltıcı söz etme, safsata.

muharrir: Yazar. Yazı yazan araştırmacı.

Bediuzzaman Said Nursi

19.02.2009


Kulluğum, ufuklarımda bir diyardır

“Kulluğum ufuklarımda bir diyardır.

Ara ara yoruldukça dalarım.

Kulluğum ruhumun en güzel mâbedi,

Orada ben huzura doyarım.”

‘Kırmızı Kitaplı Çocuk’tan...

Kulluğum, şu yorgun sokaklar arasında ferahlığım, lezzetim, âfiyetim. Kulluğum, zannımca en büyük ni’metim. Kulluğum, çoğunun kabullenemediği, çok özür dilerim küçümsediği makam, ben kulluğumun o yüksek tepelerinden tüm ufukları seyrederim. Kulluğum gel benim aşım ol, rahmet rahmet içime dol. Kulluğum, gel nefesim ol. Ben düşerim ya, içimin içine sen nefes ol.

Kulluğum, hani şu eğildiğimde, eğilip de tüm yüklerimi seccademe döktüğümde ve bin mahcûbiyet içinde pişman bakışlarla yer yüzü ile göz göze geldiğimde… Üzerimde tecellî eden sensin. Âcziyetimle beni sultan eden sensin. Tüm pişmanlıkların içinde ve yangınlar içinde ruhumu serinleten sensin. Bir su gibi içime serpilensin…

Hani nefessiz kalır ya insan, ölümle baş başa. İşte son bakışın dünyaya. Tüm bağlandığı, sevdigi, muhabbet beslediklerine bir nefes kadar yakın ve uzak olduğunda. Bir nefes kurtarır ya insanı, işte sen kulluğum o nefessin. Bir nefessin. Tüm sevdiklerimizle bizi ebedî var edecek de sensin bizi şu fani sokakların, sıkılan hayatların içinden ebedî nefeslere götürecek sensin… Şu fani mahallede bâkî sensin.

Hep kulluktan konuşuyorum, ne yapayım. En güzel, en selâmetli, en kısa yol o, kulluk yolu. Bir kere geldik ya dünyaya, tadını çıkarmalı idik. İşte hayatın tadı idi kulluk. Anlamıydı hayatın. Mânâsı kulluk idi. Zira insan tanımlanmadığı zaman mutsuzdu. “Neyim ben, kimim, nereden geldim, kim beni buralara getirdi?” Şairin dediği gibi “Şu güzelim dünyayı da kim yarattı böyle?”

Ha işte şu suallerin cevabı bulunmadıkça mutlu olmayacak insan. Huzur bulamayacak, rahat olamayacak ruhu. Kalbi tatmin olamayacak, aklı bir türlü durulmayacak. Yoracak bizim suâller içinde bocalayan insanımızı. İşte bundan kulluğa vurgumuz. İnsanı tanımlamak, bulunduğu makamı hatırlatmak için, tüm suâllerine cevap bulup saadet-i dâreyne gitmesi için.

Efendim, nasihat vermek benim haddime değil. Ama hem kendime, hem size bir duâm olsun:

“Kulluğumuz daim ayakta, en büyük şeref, en büyük pâye, en büyük lezzetimiz olsun.

Ve son şehâdet ânında kulluğumuz münker ve nekirin tüm suâllerine rahmetli, cennetî bir cevap olsun.”

Ve... “Sen kimsin?” dediklerinde.

“Ben aczini, fakrını anlayan bir kulum!” demek hepimize nasip olsun. Âmin.

Hoşca kalın efendim!

Kulluğunuzla daimî huzurda kalın!

CİHAN CAMBAZ

19.02.2009


Günün Karikatürü

İbrahim ÖZDABAK

19.02.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır